Yazar İskender Pala ile Röportaj | BCA Times




  ÖNE ÇIKAN HABERLER

Yazar İskender Pala ile Röportaj
Eklenme Tarihi: 1 Mart 2018, Perşembe 19:19 - Son Güncelleme: 1 Mart 2018 Perşembe, 19:19
Font1 Font2 Font3 Font4



Yazar İskender Pala ile Röportaj
Edebiyat profesörü, Divân Edebiyatı uzmanı İskender Pala, son romanı ‘Karun ve Anarşist’te, Lidyalılar ve 12 Eylül dönemlerini paralel kurgu ile ziyaret ederek bir kültür politikası eleştirisi yapıyor.

Her yıl bir kitap yayımlamayı nasıl başarıyorsunuz?

– Asker disipliniyle çalışıyorum biraz. Her yıl ocak ayında çıkarıyorum kitabı. Sonraki kitap için okumaya baÅŸlıyorum. Haziran ve temmuzda, iki ayda kitabı yazıyorum. Sonra bir ay, demlenmeye bırakıyorum. Ardından yazdıklarımı tekrar tekrar, her seferinde baÅŸka ÅŸeylere dikkat ederek okumaya baÅŸlıyorum. Eylülde son ÅŸeklini verdiÄŸimde beÅŸ okumadan geçirmiÅŸ oluyorum. Ä°çinde ev kadınlarının, öÄŸrencilerin, yazdığım konunun uzmanlarının olduÄŸu bir 10 kiÅŸiye kitabı dağıtıp okumalarını rica ediyorum. Ekimde onlardan gelen düzeltmeleri yapıyorum. Kasımda ise yazdığım olayların geçtiÄŸi yerlere, ülkelere gidiyorum. DönüÅŸte son bakış açımı getirip yayınevine teslim ediyorum. Yılın 250 günü ofisime kapanıyorum, günde 10 saat çalışıyorum. Bir kitabı ortaya çıkarmam 2500 saat sürüyor.

 

◊ Üretim hızınızdan dolayı sizi eleÅŸtirenler var…

– En iyi yaptığım iÅŸ yazmak. Hep ‘kaç kitaplık ömrüm kaldı’ diye yaşıyorum. Allah’ın da yaptığım ÅŸeyleri ibadet kabul edeceÄŸini düÅŸünüyorum. Ä°nsan, ne kadar yararlı olabilirse o kadar iyi kuldur. 
Bu coÄŸrafyadaki her ÅŸeye sahip çıkmamız gerekiyor

 

◊ ‘Karun ve AnarÅŸist’te bu kez kültür meselesine kafa yoruyorsunuz…

– Bu kadar zengin bir coÄŸrafyanın üzerinde, çok basit ve fakir hayatlar yaşıyoruz. Bir kulübemiz var, altında küpler dolusu hazine olduÄŸunun da farkındayız ama orayı kazıp bu zenginlikleri kullanalım diye bir gayretimiz yok. Åžu anda dünyada büyük bir kültür mücadelesi var. Böyle bir dönemde, birikimimizi ortaya koymamız gerekir. Bundan hep kaçıyoruz ama baÅŸka milletler kaçmıyor. Batı düÅŸüncesi, 3 bin yıl önce Asurlular parayla alışveriÅŸ yaparken parayı Lidya’da Batılılar bulmuÅŸtur diye dünyayı yönlendiriyor. Demokrasi denince Atina’nın hatırlanmasını istiyor. Oysa ondan 3 bin yıl önce Sümerler var. 

 

◊ Evet, bu bahsettiÄŸiniz bir politika meselesi, kimse bu ülkede çıkıp da Lidya mirasına talip olmuyor ki…

– Benim ÅŸikâyetim de bu. Romanı bu yüzden yazdım. Bu coÄŸrafyada var olan her ÅŸeye sahip çıkmamız gerekir.

 

◊ Bizans mirasına da sahip çıkılacak o zaman…

– Evet. Genlerimiz o geçmiÅŸe dayanıyor. UÅŸak’ta büyüdüm, Lidyalılardan süregelen bir soy kanıma karıştıysa bundan neden çekineyim? Bunu sahiplenmekten yanayım. 

 

◊ Kimin mirasına sahip çıkacağımız siyasi bir karar oluyor çoÄŸunlukla. Zaman zaman Osmanlı veya Selçuklu öne çıkıyor. Kimsenin Bizans mirasına sahip çıkalım dediÄŸini duymadık…

– Fatih Sultan Mehmet, Bizans’ın mirasçısı olduÄŸunu kabul ediyordu. Ä°llaki kilise müziÄŸi yapmak gerekmiyor ama bir tınısını mutlaka yeni üreteceÄŸiniz eserlerde kullanabilirsiniz ve o sizin kimliÄŸiniz olur. Bir pop ÅŸarkıcısı Dede Efendi’den bir tınıyı kullanmaktan çekinmemeli.

 

◊ Roman, MÖ 500’ler ile 12 Eylül dönemi arasında paralel kurgu ile ilerliyor. 12 Eylül dönemini neden seçtiniz?

– 12 Eylül’den sonra Türkiye’nin kültür-sanat ortamında bir kırılma oldu. Yasaklar geldi. Devletin istediÄŸi ÅŸarkılar çalındı, oyunlar sahnelendi. Bugün kültür-sanat alanındaki yoksulluÄŸumuzun temelidir. Ä°nsanlar, sanatın hep belirli bir fikrin yönlendirmesiyle yapılması gerektiÄŸine inandırıldı. Toplumun diÄŸer kesimi içine kapandı. ÖrneÄŸin tiyatrolarda öyle replikler söylendi ki, muhafazakârlar “Böyle bir ÅŸeyi duymaktansa tiyatroya bir daha gitmem” dedi. YeÅŸilçam’ın o dönemki filmlerinde, din adamları hep düzenbaz, üçkâğıtçıydı. TV programlarında muhafazakârlar kendilerini anlamlandıracak bir ÅŸey bulamadı. Bunun üzerine babalar çocuklarına “TV günah kutusudur, sakın açmayın” dedi, üzerine kilit vurdu. Sinemada 12 Eylül’de devrimci sol gençliÄŸin nasıl ezildiÄŸi anlatıldı. DoÄŸru ama eksikti. Aynı trajediyi ben de yaÅŸadım ama hikâyemizi anlatan yoktu. 
Operadan hâlâ uzak durur bizim arkadaÅŸlar

 

◊ Bugün kaynakları kullanmak bakımından son derece eÅŸit bir ortam var. Muhafazakâr gelenek kendi kültürünü yaratabiliyor mu?

– Cemiyet olarak evet ama kalite olarak artış yavaÅŸ yavaÅŸ oluyor. Çok kaliteli diyebileceÄŸim bir tiyatro izlemedim. Operadan hâlâ uzak durur bizim arkadaÅŸlar. Ä°ran’da Mecid Mecidi, ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ diye bir film çekti. Ä°ran ÅŸu anda Suriye’de bir taraf. Biz de tarafız. Ä°ran Suriye’de bir taraftan füzelerini kullanırken, diÄŸer taraftan 10 milyon dolarını sinema için ayırıyor. Mecid Mecidi gibi yönetmeni var ve devletin imkânlarını seferber ederek Hz. Muhammed filmi çekiyor. Film, tamamen Åžii anlayışına göre. Biz ‘Hz. Muhammed’le ilgili film çekilir mi çekilmez mi” diye tartışıyoruz. Suriye’deki savaşı kazansak bile, 15 yıl sonra kaybetmiÅŸ olacağız çünkü Mecidi’nin yaptığı filmler bir 40 yıl daha seyredilecek. 

 

◊ Kültür derken muhafazakâr bir kültürden mi bahsediyorsunuz?

– Hayır, Türkiye’nin ÅŸu anda sahip olduÄŸu potansiyelin sınırlamaya tabi tutulmadan üretilecek eserlere açık olması gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Dünya sanatına, 2. Mahmut’un yenileÅŸme hareketinden bu yana 200 yıldır bizden bir katkı yok.

 

◊ Nobel’li yazarımız, Cannes’da baÅŸarı kazanmış yönetmenlerimiz var…

– Birkaç ismi hariç tutuyorum. Orhan Pamuk’un Nobel almasını anlamlı buluyorum, her zaman da tebrik ettim kendisini. Onun Nobel almasıyla Türkiye edebiyatının var olduÄŸunu, baÅŸka edebiyatçılara kapı açıldığını görebiliyorum. Sinemada Nuri Bilge Ceylan örneÄŸin… Böyle alanların çoÄŸalması lazım.

 

◊ Peki ya Yılmaz Güney?
– Ä°steyen her türlü sanat eserini üretsin. Ä°nsanlar belirli bir fikirsel dayatmaya yeterince maruz kaldı, artık kalmasın. En fazla zararı yine biz görüyoruz.

Sol ayağın iÅŸlemez olmasını kabul edemem, 
o zaman dengeli bir yürüyüÅŸ olmaz

 

◊ Yazılarınızda bir saÄŸ ayak-sol ayak benzetmeniz var. Türkiye’de kültür-sanat hayatının sol ayak üzerinde sektiÄŸini söylemiÅŸtiniz. Aynı metafordan devam edecek olursak, bugün sol ayak baskı altında adım atamıyor. Bu durum ülkeyi felce uÄŸratmaz mı?

– Gezi sürecinden sonra kültür-sanat hayatımızda da kutuplaÅŸma ortaya çıktı. Bu, ülkenin yararına bir ÅŸey deÄŸildir. KutuplaÅŸmanın kültür-sanat aktörleri tarafından tırmandırıldığını düÅŸünüyorum. Bu ayrışmanın bitmesi lazım artık. Sol ayağın iÅŸlemez olmasını kabul edemem, o zaman dengeli bir yürüyüÅŸ olmaz. Bir zamanlar ÅŸu tarafı çekip alalım dedik, sancılandık. Sonra bu tarafı çekip alalım dediler, yine sancılandık. Beraber üretmemiz gerekiyor. Bir devlet büyüÄŸümüz bu konuda bir cümle söylese, bir saygın kanaat önderimiz “ArkadaÅŸlar gelin bir kahvaltı yapalım” dese, ilk adım atıldıktan sonra diÄŸerleri de gelecektir. 

 

◊ Sanatçıların toplumsal olaylarda önde yer almasını yadırgıyor musunuz?

– Sanatçının siyasi bir görüÅŸünün olması kaçınılmaz ama sanatına siyaseti boca etmeye baÅŸladığında yanlış yaptığını düÅŸünüyorum. Ä°yi bir sanat eseri ortaya koyuyorsanız, anlayışınız o esere yansır. Gezi sürecinde sanatçılarımızın olup bitenlere sanatlarıyla cevap vermek yerine mikrofonlara politik söylemlerle cevap vermiÅŸ olmalarını yadırgıyorum.

 

Röportaj yapan : Banu TUNA

FotoÄŸraf: Emre YUNUSOÄžLU

 


Bu haberlerde ilginizi çekebilir!