ÖNE ÇIKAN HABERLER

Yazar İhsan Kutlu ile Röportaj
Eklenme Tarihi: 15 Kasım 2022, Salı 18:52 - Son Güncelleme: 15 Kasım 2022 Salı, 19:47
Font1 Font2 Font3 Font4



Yazar İhsan Kutlu ile Röportaj
Her romanım, öncesi olmayan bir edebiyat yapıtıdır. Hiç kimse romanlarıma bir öncül ya da benzer gösteremez. Aşırma ve taklit konusu zaten bana tümden yabancıdır. Bu anlamda romanlarım gerçekten edebiyata, özellikle Türk roman sanatına önemli bir katkıdır. Her iyi roman, yazarından daha akıllıdır denilir. Her iyi roman, roman sanatının yeniden tanımıdır ya da bu tanıma katkıdır, yargısı da önemli bir saptamadır. Bunu gerçekleştirdim.

 

Ceren Tuğba Sönmez: Merhaba, ilk olarak kendiniz hakkında bizi biraz bilgilendirir misiniz?

       İhsan Kutlu: Merhaba, Hititlerden bu yana pek az değişmiş bir köyde, Antakya’nın Kisecik köyünde doğdum; kuşağımın ezici çoğunluğu bu gruba girer. Fanis ışığında, altta keçilerin, ineklerin; üstte ise kendimizin yaşadığı basit bir evde büyüdüm. Çoğu köylü çocukları böyleydi. Asur ya da Urartu’daki yaşayıştan pek farklı değildik. Bir kuşak öncekiler ise, yani babalarımız, dedelerimiz çıra ve fısfıs dedikleri (teneke bir huni, içinde zeytinyağı ve bir fitil) bir ışıkta büyümüşler.

      Cumhuriyet Devriminin kurduğu yatılı okullar olmasaydı ilkokuldan sonra da asla okuyamazdık; çoğu köy çocuğu arkadaşlarım gibi. Düziçi Köy Enstitüsü kurulmamış olsaydı – gerçi ben Öğretmen Okulu halinde okudum – asla ve kat’a okuyamazdım, bu romanlar da ortaya çıkmazdı.

       Düziçi ve sonra ülkemin en derin kalbi Ankara’da okudum.Yetmez, sonra kader gibi olaylar beni en gelişmiş Reel Sosyalizm denilen modelin kalbine de götürdü. Sofya’da Parti Okulunda 10 ay kaldım. Bundan önce kapitalizmin en gelişmiş yerinde; hem Batı ve hem Doğu Berlin’de geçirmiş olduğum birkaç aylık hayat! da işin cabası. Daha sonra Kapitalizmin en insani ve en barışçı sayılan ülkesinde  İsveç’de yaşadım hayatımın geriye kalan 30 yılını. Bu ülkede çeşitli işler yanında en fazla Türkçe öğretmenliği yaptım ve 1988 yılında yazmaya başladım.

Sekiz roman ve bir deneme kitabı yazdım. Arsuz 1974, Mutluluk Hüzün Aşk, Yeni Bir Gün, Edebiyat Roman ve Ötesi, Soteria – 68’lilerin Dramı, Galina- 68’lilerin Dramı, Duvarlar Yıkılırken – 68’lilerin Dramı, Koçak Gözümsün      

 

 

Ceren Tuğba Sönmez: Yurtdışında geçirdiğiniz bu süreci nasıl tanımlarsınız?

İhsan Kutlu: Dünyanın egemen tüm sistemlerinin içinden, arasından ve altından geçtim diyebilirim. Bilinçsizce geçmek ile bir bilinç altında ve ışığında bu toplumsal ve ekonomik yapılardan geçmek arasında çok büyük ayrılık vardır. Anlatmak istediğim; bir tek hayat yaşadım ve yaşıyorum, doğru ama bu hayat Batı toplumunda 3 – 4 kuşağın yaşadığı sosyal – siyasal ve ekonomik yaşamın bir özetidir,  sentezidir.

Kolay değil; Hititler, Hellenistik çağ, Selçuk, Moğol, Osmanlı, Fransız koloni dönemi vs. bazı yerlerde feodal bey egemenliği, bazı yerlerde şıhların egemenliği, bazı yerlerde ağa ve devlet baskısı, Batı’daki binlerce yılın şu ya da bu dönemine denk gelir ve bu hayatı ben bir hayat sürecimde, aynen kuşağım gibi, yaşadım ve yaşadık. Analogi ve senkronize edersek (yani karşılığı olan zamanı ve benzerini bulmaya kalkarsak) Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi Devrimi gibi süreçleri yaşamamış; ya da gecikerek ve yüzeysel – çarpık olarak yaşamaya çabalamış bir toplumda doğup yaşamanın zorluğu ile bu zenginliği yazı ve sanat olarak dışa vurmanın ayrıcalığı ve üstünlüğü biz yaratıcı insanlarda çelişki ve çatışma biçiminde var olmuştur. Romanlarım bunun bir ürünüdür.Bu özellik bize çok büyük bir zenginlik veriyor; Batı’da yazarlar bizim yaşadıklarımızı tecrübe etmek için Afrika, Latin Amerika gibi yerlere gidip, modern Avrupa’nın yitirdiği çağı ve dönemi kavrayıp yazmaya çabalıyor. Ancak gene de bir turist gözü kullanıldığı anlaşılıyor ve yapıtına siniyor.Yurt dışına giden bilinçli insanlar bu gerçeği yaşıyor ve özgün yanını, durumunu sezinliyor, kimileri görüyor. Ancak hepsi bu gerçekleri yazıya dökmüyor.

      Yurtdışına giden, gurbetçi olarak adlandırılan insanlar ile 68 kuşağının yurtdışına giden (sürgün) aydınlarıyla karıştırmamalısınız. İnsan; içinde yaşadığı dünyanın bilincine varmadıkça, bu kültürel zenginliğe sahip olmadıkça, bunu davranışlarıyla dışa yansıtmadıkça, oraya gittiği gibidir ve pek az değişmiştir. Meramını anlatacak kadar dil öğrenir, ülkedeki gelişmenin bile yer yer gerisinde kalır, örneğini siz de görebiliriniz.

       Bir duvar böyle kuruldu çocuktuk, böyle de yıkıldı!

       Yeni inşa edilen görünen ve görünmeyen duvarları yıkmak için ileriye gitmek zorunluluktur ve bunu gelecek kuşaklar başaracaktır. 

 

  

Ceren Tuğba Sönmez: Sizce yazarlık nedir?

İhsan Kutlu: “Söz uçar, yazı kalır.” çok önemli bir saptamadır. Tarih de bunu kanıtlıyor. Yazarlık, aslında yazma isteği duyan, yazan ve bunu şu ya da bu yolla yayınlayan insan demektir. Ancak bu tanım yeterli değildir; Çünkü yazılan metnin başkalarınca okunması, satın alınması ve bir değer; estetik güzellik olarak kabulü gerekir. Bence bu tanım da yeterli değildir. Tarihte yazarlığın, yazıcılığın önemli bir meslek olduğunu biliyoruz. Geçmişte az sayıda olan bu insanlar toplumda saygın ve üst sosyal sınıflara girerlerdi. Tarihsel gelişimi bir yana bırakırsak, günümüz bilgisayar ve teknolojisinde hemen tüm insanlar sürekli olarak yazıyor, tartışıyor ve iletişim kuruyorlar. Yine de yazar ve kitap henüz vazgeçilmez bir konumdadır.

 Yazarı tanımlarsak; bir insanın kendini ve dünyasını anlatabilmek için yazmak dışında tüm yolların yetersiz kalması diyebiliriz. Yazma eylemi yaratıcı bir uğraştır; bu nedenle meslek değildir. Bir romanı ele alırsak; düzeltmen, dizgici, yayıncı, matbaada çalışanlar, dağıtımcı, reklamcı, eleştirmen… Birer profesyonel meslektir. Kitabın ortaya çıkmasında bir tek yaratıcı vardır ki, o kitabın yazarıdır.

Yazmayı zengin ve ünlü olmak, başka amaçlara erişmek için araç görenler aslında yazar değildir; yazdıkları ne denli değerli olursa olsun piyasaya malzeme üreten yazıcılardır. Dünyadaki yazarların yaşamını incelersek bu gerçeği daha net görürüz. Türk edebiyatında da buna çok sayıda örnek bulabiliriz. En çileli ve yarı aç yaşayan insanların, sürgün ve hapis hayatıyla cezalandırılmış olanların en büyük yazarlarımız olduğunu hepimiz biliriz.

 

Ceren Tuğba Sönmez: Hayatınızda en fazla iz bırakan olay veya durum nedir?

İhsan Kutlu: Hatay – Amanos eteğindeki 50 – 60 köyden ilkokul sonrası okuyan ikinci insanım. Benden öncekini Düziçi Köy Enstitüsü’ne almışlar; ben Öğretmen Okulu adını almış halinde okudum. Ancak Köy Enstitüsü ruhu ve geleneği yaşıyordu ve ben o ruhla şekillendim, diyebilirim.

      1939 yılında Türkiye’ye katılan Hatay köylerine, halkına Fransız koloni yönetimi eğitim açısından pek az hizmet götürmüş. Hatay Türkiye’ye katılırken İkinci Dünya Savaşı başladığı için, o zor dönemde Cumhuriyet de fazla bir hizmet götürememiş. Köyümde İlkokul 1953 yılında yapıldı ve bir odada beş sınıf birlikte tek öğretmen tarafından eğitildik.

1967 Yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciliğe başladım. 17 Yaşında İlkokul öğretmeni olmuştum; göreve başlamak için yaşımı bir yaş büyütmek zorunda kalmıştım. 1968 yılı baharında Fransa’da başlayan Gençlik Hareketi çok kısa bir anda ülkemize ve hemen okulumuza sıçradı. Bölüm temsilcisi olarak boykot komitesine seçildim. Demokratik biçimde isteklerimizi belirledik ve boykota başladık. Böylece gençlik hareketine ve oradan politik çalışmaya girmiş oldum. Tam o sırada Antakya Gazetesi’nde zaman zaman yazım başyazar olarak çıkmaya başladı. Yoksuldum ama sinema paramdan kesip mektup parası yapıyor, gazeteye gönderiyordum.

12 Mart 1971 Askeri Darbesi gecikerek de olsa, sonunda beni ve arkadaşlarımı açığa aldı. Bunun korkunç sonuçlarını yazmam gerekmiyor.  12 Eylül öncesi ve sonrası çok yoğun yaşadım. Darbeden 6 ay sonra İSDEMİR İş Değerlendirme Şefi olan görevimi bırakıp yurt dışına kıl payı şansla çıkabildim. Geride eşimi ve 2 yaşında çocuğumu bırakarak sürgün yaşamım başladı. Berlin’de 6 ay yaşadım; iltica başvurusu yapsam Berlin’de kalabilirdim ama bağlı olduğum örgüt bunu istemedi ve beni Sofya Parti Okuluna gönderdiler. Bu okulda reel dedikleri Sosyalist düzeni yaşadım ve giderek teori ile pratiğin ne denli farklı, hatta çelişik olduğunu gördüm.

 

Ceren Tuğba Sönmez: Kitaplarınızı yazmaya nasıl karar verdiniz? Kitaplarınızın içeriğinden biraz bahseder misiniz?

İhsan Kutlu: 1988 yılında Stockholm’de başlayan yazma serüvenimi 1998 yılında bitirdim. Yani, on yıl süren bir çile ama volkanik bir beyin fırtınası yaşadım diyebilirim.

SOTERİA 68’lilerin Dramı romanımda, (1995 yılında Sevgili Maraş adıyla yayınlamıştım) biraz önce bahsettiğim boykot ve gençlik hareketi dönemindeki kanlı ve çatışma dolu olayları malzeme yaptım, yazdım. Belgesel olarak o dönemi araştırmak isteyenlere önemli bir kaynak olduğuna inanıyorum.

Sofya Parti Okulu döneminde zorla adı değiştirilmiş olan Türk kökenli akademi öğrencisi Galina ile arkadaşlığım başladı. Birçok uygulamaya, özellikle zorla isim değiştirilmesine karşı çıktım; sonunda beni cezalandırdılar. Bana GALİNA 68’lilerin Dramı romanını yazmam için çektiğim bu acılar ve derin düş kırıklığı çok değerli bir malzeme oldu.

DUVARLAR YIKILIRKEN 68’lilerin Dramı ise, İsveç yaşam deneyidir. Bu roman da çok önemli derslerle doludur. Böylece 68’LİLERİN DRAMI adıyla çok önemli bir kuşağı anlatmak, hem de özgün,tek ve biricik sayılacak biçimde yazmak bana nasip oldu. Ben, her yazar ve sanatçı gibi geride bir iz bırakmayı hayatımın en önemli görevi, varolma nedeni ve misyonu saydım.

1996 yılında GLÄDJEN SORGEN KÄRLEKEN romanımı İsveç dilinde 3 ayda yazdım; bekledim ki istediğim redakte desteğini verirler, vermediler. Öylesine adımın üstünü çizmişlerdi. Destek olsaydılar İsveççe 3-4 roman daha yazabilirdim, ”Tamam” dedim ”Benim için İsveç dilinde yazmak bitti.” Sonra Türkçe çevirisine giriştim, her keresinde bu çabamdan vazgeçtim, çünkü İsveç beni öylesine derin yaralamıştı. Ne oldu! Diyelim ki, yazar olarak ben kaybettim. Ama asıl kaybeden İsveç kültürü ve roman sanatı oldu.

Oğlum Batuhan’nın zorlamasıyla 25 yıl sonra, 2021 yılında bu romanın çevirisini tamamlayıp  MUTLULUK HÜZÜN AŞK romanını adıyla yayınladım. Romanı okuduğunuzda, lütfen yeniden düşünün; demokrasinin, özgürlüğün sembolü sayılan bir ülkenin, onuruna düşkün, yaratıcı ve yetenekli bir Türk yazarına karşı, ne kadar önyargılı, tarafgir ve yeteneksiz olduğunu bir kez daha saptayacaksınız.

Şimdi bu roman ülkemde ALTIN KALEM ödülüne layık bulundu, İsveç’te ise reddedildi. Son olarak, bu iki ülkenin aydın ve kültülü insanlarını, kurumlarını bir kez daha bu romana karşı tutumlarını ele alarak kıyaslayın, lütfen.

 

 Ceren Tuğba Sönmez: Eserlerinizde kullandığınız teknik ve dil ile ilgili ne söylemek istersiniz?

İhsan Kutlu: Fethi Naci, Türk yazarlarının uslup sorunu var, diye yazmıştı. Ben her romanımda değişik bir üslup,  teknik ve tarz kullandım. Kendimi yinelemekten kaçındım. Umarım bunu başardım.

Her romanım, öncesi olmayan bir edebiyat yapıtıdır. Hiç kimse romanlarıma bir öncül ya da benzer gösteremez. Aşırma ve taklit konusu zaten bana tümden yabancıdır. Bu anlamda romanlarım gerçekten edebiyata, özellikle Türk roman sanatına önemli bir katkıdır. Her iyi roman, yazarından daha akıllıdır denilir. Her iyi roman, roman sanatının yeniden tanımıdır ya da bu tanıma katkıdır, yargısı da önemli bir saptamadır. Bunu gerçekleştirdim.

 

Ceren Tuğba Sönmez: Bir yazar olarak mesajınız nedir?

İhsan Kutlu: Tüm umudum; gerçek bir edebiyatçının romanlarımdan bir tez yapmasıdır; çünkü bu insan o kadar ilginç sonuçlara varacak ki, şaşıracak; bundan kuşkum yok. Yeni kuşaklar romanlarımdaki mesajları, dersleri alabilmeli ve içselleştirmelidir. Yoksa, toplumsal gelişme olumlu bir yolda ve barışçı yöntemle ilerleyemez.

 

 

 


Bu haberlerde ilginizi çekebilir!