ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Özgünlük düÅŸüncesi,
Okurun yenilik anlayışıdır.
E.A. Poe
Edgar Allan Poe’nun en güzel öykülerinden “Usherlar’ın ÇöküÅŸü”nde ÅŸöyle bir bölüm var.
“Güz ortalarında, bulutların iç kapayıcı bir basınçla tepelere çökeldiÄŸi, donuk, kara ve sessiz bir ikindiyi at sırtında, tek başıma, eÅŸine az rastlanır kasvette bir bölgee geçirmiÅŸtim.”
Öykünün baÅŸkiÅŸisi (BaÅŸkiÅŸilerinden biri) Usher Malikânesi’ne bir esrar perdesi aralamaya gitmektedir: Arkadaşı Roderick Usher’ın mektubu onu kaygılandırmıştır. Her zaman biraz dengesiz olan dostu acaba artık hepten mi yitirmiÅŸtir dengesini?
“DüÅŸ gücümü öylesine iÅŸletmiÅŸtim ki ÅŸatoda ve bulunduÄŸu yerde yalnız kendisine ve yakın çevresine özgü bir hava bulunduÄŸuna inanmıştım, gökteki havayla ilintisi olmayan, çürük aÄŸaçlardan, boz duvardan, suskun gölden sızan bir hava; hastalıklı, gizemli bir buÄŸu, tekdüze, tembel, basık, kül renginde.” Öykü kiÅŸisinin gözünde ÅŸatonun en belirgin özelliÄŸi, eskiliÄŸi’dir: “TaÅŸların hiç eksiÄŸi yoktur.” “Bütünüyle bakıldığında, her ÅŸeyin yerli yerinde olması ve tek tek alınınca taÅŸların yıkılacak gibi olmasında müthiÅŸ bir tutarsızlık” göze çarpmaktadır.
Çizim: Mario Jodra
Öyküde kullanılan her sözcük, her imge, her ses, birbirini tamamlar ve korku yüklü bu atmosfer, sonuna trajik bir doruk noktasıyla patlar.
Åžimdi Jorge-Luis Borges’in “Ölüm ve Pusula” adlı öyküsünde, yine bir esrar perdesini aydınlatmaya giden MüfettiÅŸ Lönnrot ile birlikteyiz, bir dizi cinayetin katilini yakalamaya gidiyor Lönnrot, Triste-le-Roy Malikânesi’ne:
“Bir saat sonra Güney Hattı trenlerinden birinde ıssız Triste-le-Roy Malikânesi’ne doÄŸru yol alıyordu. Öykümüzdeki kentin güneyinde suları çamurlu, moloz ve çer çöple bulanmış küçük bir çay akar… (…) Tren ıssız bir yükleme istasyonunda durdu. Lönnrot indi. Çamur birikintileriyle vıcık vıcık olmuÅŸ düzlüÄŸün havas nemli, soÄŸuktu (…) Triste-le-Roy Malikânesi’nin çevresindeki kara okaliptüs aÄŸaçlarıyla neredeyse boy ölçüÅŸen dikdörtgen tepe köÅŸkünü gördüÄŸünde, hava kararmak üzereydi.” EskiliÄŸiyle kiÅŸiyi ÅŸaşırtan bu malikâneyi gezer Lönnrot, en üst katta, ev sonsuzmuÅŸ, geniÅŸliyormuÅŸ gibi gelir ona. Sonra, onu “baÅŸka birtakım ÅŸeylerin daha geniÅŸmiÅŸ gibi gösterdiÄŸi” sonucuna varır, “loÅŸ ışık, simetri, aynalar, onca yıl, benim yadırgılığım, yalnızlık.” Ama öykü yine de sanrıları haklı çıkaran trajik sona doÄŸru hızlanır.
Borges, gördüÄŸümüz gibi Poe’nun imgelerini, hatta sözcüklerini kullanmaktan çekinmiyor öykülerinde: Epeskilik, tutarsızlık, düzeni sekmeyen yapı taÅŸları, kül rengi ve kasvet, iki yazarın da dünyasının anahtar sözcükleri sayılabilir. Ä°ki yazar da bireyin engin ve anlaşılmaz olduÄŸunda birleÅŸirler. Yalnız Poe, öykülerindeki kiÅŸilerin hipokondri çektiÄŸini özellikle vurgulayarak nesnelliÄŸi kollar. Borges ise kuruntularla gerçeklerin kesin çizgilerle birbirinden ayrılamayacağını, gerçek’in zaten bilinemeyeceÄŸini belirterek, aynı korkulu atmosfere bir baÅŸka açıdan yaklaşır. Poe’nun “Kızıl Ölümün Maskesi” öyküsünde kurduÄŸu labirent ölümün kaçınılmazlığı ise Borges’in habire kurduÄŸu labirentler bir adım daha ötede, yaÅŸamanın ölüm kadar kaçınılmazlaÅŸtığı girift bir satranca dönüÅŸür: ölüme ve onu gösteren pusulaya.
Dünya edebiyatının bu iki ustası (ikisi de roman yazmazlar) birbirlerinin dünyalarından besleniyor gibidirler. Birbirlerinin diyorum, çünkü Borges okunduktan sonra Poe da deÄŸiÅŸik bir boyut kazanmaktadır okurun gözünde. Edebiyatın sürekliliÄŸinde etkinin olumlu payını, yön seçtiren, özel bir dünya kurdurtan, ayrı bir dünyayı besleyen özelliÄŸini bu kadar açık seçik göz önüne seren bir örnek daha güç bulunur. Çünkü burada etkileyen usta, etkilenen usta aracılığıyla alanını geniÅŸletmeyi baÅŸarmıştır, hem de yüzyıl sonra. (Poe, ÅŸiir anlayışıyla, yani ÅŸiirde tek, bütün ve vurucu bir etki yaratma ilkesiyle Baudelaire’i de derinden etkilemiÅŸtir.)
Åžimdi daha alçakgönüllü koÅŸullara dönelim. Birkaç yıl önce Aysel Özakın’dan bir kart almıştım. Mrs. Dalloway çevirimi beÄŸendiÄŸini, benim de Mrs. Dalloway’i bizim sokaklarda gezdirmenin ne iyi olabileceÄŸini ileri sürüyordu. Elbette Aysel, Türkiye’de Virginia Wool’luÄŸa kalkışmanın olanaksızlığını biliyordu, galiba söylemek istediÄŸi ÅŸuydu: O romanı, romanın dünyasını, o ortamın dilini bizim günümüzde, mekânımızda, güncelimizde ele almayı denesene. Senin beslenebileceÄŸin bir dünya o.
Etki, tılsımlı bir sözcük sanki, deÄŸdi mi her ÅŸeyi, herkesi bozabilir, kırıp geçirebilir. O yüzden etkiden söz açmaktan, birilerini incitmekten korkarız. Bu çekingenlik, etkinin sınırlarını tartışmaktan da kaçınmaya zorluyor bizi. Kimimiz, gerçekten etkilendiÄŸimiz (iyi de ettiÄŸimiz) yazarların adlarını saymaktan bile kaçınıyoruz sorulduÄŸunda.
Nedir etki? Mirî-malı sayılabilecek kaba bir taslaktan (bir düÄŸün, bir ölüm, yıllar sonra bir sınıf arkadaÅŸları toplantısı) deÄŸiÅŸen deÄŸerleri, deÄŸiÅŸen kiÅŸileri gözlemlemek, sorgulamak için yola çıkmak mıdır etkilenmek? YetkinliÄŸe varmaları için kimbilir kaç yazarın zaman ve can harcadığı ortak teknikleri (iç monolog, çaÄŸrışım zinciri, masal öÄŸleleri) kullanmak mıdır? Mitolojiyi açımlamak, güncelleÅŸtirmek de etkilenmenin sınırına mı girer yoksa?
Poe, özgünlüÄŸü tanımlarken ağırlığı okura veriyor, böylece edebiyat mirasının sürekliliÄŸine tanık olan belleÄŸi çekiyor tartışmaya. Etkinin özümsenmemiÅŸ olanının özgünlüÄŸe hiç mi hiç yararı olmadığını, özümsenmiÅŸ, deÄŸiÅŸime uÄŸramış etkininse edebiyatı kalkındırdığını anlatıyor.
Åžimdi bir ÅŸiir yazıyorum size, edebiyatımızda sık rastladığım türden bir etki çarpıtması örneÄŸi bu:
Bugün Cuma deÄŸil,
Bugün beni nedense yaÄŸmura bırakmadılar.
DüÅŸünün azıcık. En çok hangi ÅŸiiri anımsatmıyor? Hangi ÅŸairi hiç anımsatmıyor, kimin etkisinde deÄŸil?
Tomris Uyar, “Gündökümü – Bir Uyumsuzun Notları 1” (sy. 323-326) | Yapı Kredi Yayınları