ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Sekoya; Dünya’nın en büyük ağacı ve en uzun yaşayan ağacı olma özelliği taşırken zamanın tik taklarında dal veriyor durmaksızın. Damar damar tutunuyor geniş topraklara, ölümü kabul etmeyip mezar taşı dikmeksizin… Genişliyor, uzuyor heybetli kelimelere betimleme olurcasına. Rüzgârların uğultusu onu ürkütemezken, ninnileşiyor adeta… Yaratılışın kutsallığına bir örnekken o, yaratışın gücüne timsal oluyor… Ya varoluşu kutluyor tüm görkemiyle, yıllara meydan okurcasına… Ya sonsuzluğu göremeyenleri uzaklara götürüyor… Öylesine gerçek ki yaprağıyla, dalıyla, köküyle, budağıyla “bir varmış bir yokmuş” masalları dahi siliniyor insan beyninden… Çünkü o zamana hâkimiyetiyle yok oluşu değil varoluşu simgeliyor…
Tıpkı…
Evlatları için kısa zamanının saniyelerini sonsuzluğa dönüştürüp, varoluş mücadelesinde faniliğini unutan her anne gibi.
Annelik mertebesine; uykusuz geceleriyle, sevinciyle, gözyaşıyla, korkusuyla, özlemiyle, sevgisiyle, vazgeçmezliğiyle, kavrulmuşluğuyla, rehberliğiyle ve koruyuculuğuyla, benliğin bencilliğinden arınmış tüm vericiliğiyle ve fedakârlığıyla değer katan tüm annelere hürmeten ve evlat sevgisinin kutsallığında gelmişimizin geçmişimizin nefesi olan çocuklarımızın varoluşuna şükranlarımla yazdığım Sekoya ve Ben adlı romanımda evlat sevgisinin yarattığı güce değinmek istedim ve bu yüzden sekoyaya benzettim hikâyemdeki anneyi.
Çünkü,
Çocuklarımız ya kökümüzdür.
Ya onsuzluk mezar taşı.
Çocukların nefesi ile tekrar yeşeren mevsimlere hep birlikte.