ÖNE ÇIKAN HABERLER |
5 Åžubat 1918’de ÅŸiddetli soÄŸuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey’in verdiÄŸi ilâçları kullanınca akÅŸama doÄŸru iyileÅŸir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz dolaÅŸtı. AkÅŸam yemeÄŸinde âdeti olduÄŸu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. Ä°ÅŸtahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göÄŸsünde bir sancı hissetmeye baÅŸlayınca MüÅŸfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmiÅŸti. KardeÅŸi Vahdettin Efendi’nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi’nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Abdülhamid’i muayene eden doktorun teÅŸhisi “zatürree” baÅŸlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık’ın üÅŸüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bu arada Sultan ReÅŸad ve Enver PaÅŸa’ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meÅŸhur doktorlardan NeÅŸet Ömer Bey’e kontrol ettirildi. Durumu iyi deÄŸildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi. Doktorların tavsiye ettiÄŸi ilâçları kullanmasına raÄŸmen, Abdülhamid’in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileÅŸme belirtisi görülmüyordu. Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal vefat edeceÄŸini hissetmiÅŸ olmalı ki, “Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem.” diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiÄŸi günün sabahında da banyosunu yaptı. Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan MüÅŸfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını giydirdi yaÅŸlı çınarın. Fakat bir ÅŸey dikkatini çekti. Abdülhamid’in sırtı fevkalâde terliyordu. MüÅŸfika Hanım endiÅŸe içerisinde, “Aman efendiciÄŸim çok terliyorsunuz.” deyince Abdülhamid’in dudaklarından, “Kadın, bu ecel teridir.” sözleri döküldü. Bu ifadeler karşısında MüÅŸfika Hanım irkildi. Daha sonra Abdülhamid oturduÄŸu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi. Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, “Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim.” deyip MüÅŸfika Hanım’ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaÅŸça yatağına uzandı. O dakikalarda Sultan ReÅŸad’ın, Selâm-ı Åžâhâne ile Dolmabahçe’den gönderdiÄŸi doktorlar geldi. Muayene esnasında Åžehzade Âbid Efendi’nin mahzun bir hâlde karşısında durduÄŸunu gören Abdülhamid, “AÄŸlama oÄŸlum. Ä°yiyim, üzülme.” diyerek onu teskin etti. Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi. Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti.
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid’in yanına gelerek elini öptü ve “Hâkânım hakkını helâl et!” dedi. Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi. Sonradan içeriye giren Saliha Hanım’a gülümseyerek, “Rasim Bey bizden ümidi kesmiÅŸ olacak ki, elimi öptü, benden helâllik istedi.” dedi. Gözleri dolmuÅŸ bir hâlde ah çekerek, “Bütün hizmetime bir kara çarÅŸaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok.” diye ilâve etti. MüÅŸfika Hanım bu sırada, “EfendiciÄŸim! Bundan büyük hastalıklar geçirdiniz. Ä°nÅŸallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır.” cevabını verdi. Doktorlardan durumun ciddiyetini haber alan Sultan ReÅŸad, aÄŸabeyinin en büyük oÄŸlu Åžehzade Selim Efendi’ye haber yollayarak, kardeÅŸleriyle birlikte hemen Beylerbeyi’ne gitmesini istedi. ÖÄŸleye doÄŸru Selim Efendi ve Ahmed Efendi saraya geldi. Haberi getiren Dilberyâl Kalfa’ya, ÅŸehzadelerin biraz beklemesini söyleyen Abdülhamid, sulu bir kahve istedi. MüÅŸfika Hanım’ın koluna dayanarak oturan Abdülhamid, Åžöhreddin AÄŸa’nın getirdiÄŸi kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaÅŸtı. Vefakâr eÅŸi MüÅŸfika Hanım’ın avucunu öperek, “Allah senden razı olsun.” dedi. Sonra Saliha Hanım’ın elini tutarak, “Hakkını helâl et.” deyip onunla da vedalaÅŸtı. Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve MüÅŸfika Hanım’ın avucuna döküldü ve yüksek sesle “Allah!” diyen Abdülhamid’in başı MüÅŸfika Hanım’ın koluna düÅŸtü. Odadan yükselen “Efendimiz bayıldı, doktor yetiÅŸsin!” sesleri üzerine Âtıf Bey koÅŸarak geldi. Bu sırada Åžehzade Âbid Efendi de doktorla birlikte içeriye girdi. Sultan Abdülhamid’in râhmet-i Rahmân’a kavuÅŸtuÄŸunu anlayan Âtıf Bey, bu acı hakikati odadakilere söylemedi. Kolları arasında Abdülhamid’i tutan MüÅŸfika Hanım bir türlü kendisini bırakmak istemiyordu. Âtıf Bey, “Bana bırakınız. Baygındır. Lâzım gelen tedaviyi yapacağım. Siz hemen çıkınız.” deyip MüÅŸfika Hanım ile Åžehzade Âbid Efendi’yi odadan çıkardı. Onlar dışarı çıktıktan sonra, hâlâ odada bulunan Dilberyâl Kalfa’ya, “Ne duruyorsunuz? Bir tülbent getiriniz de çenesini baÄŸlayalım.” deyince, kapıda bir ÅŸey anlamadan duran sadık bendegân Kahvecibaşı Åžöhreddin AÄŸa’nın feryadıyla Abdülhamid’in ölüm haberi sarayda yankılanmaya baÅŸladı. Åžehzade Âbid Efendi, “Ä°nanmam. Babam ÅŸimdi yatağında oturuyordu.” diyerek aÄŸlıyordu. DiÄŸer ÅŸehzadelerin de gözlerinden yaÅŸlar akıyordu. Ölüm haberi alan muhafız zabitler, içeri girerek son ta’zim vazifelerini yaptılar ve kadınları dışarı çıkararak ikiÅŸer ikiÅŸer nöbet tutmaya baÅŸladılar. Zâbitlerden Zekeriya Efendi de cenazenin başında Kur’ân okumaya baÅŸladı.
Efsane Sultan’ın ölümü duyulunca Beylerbeyi Sarayı taziyeye gelenlerle dolmaya baÅŸladı. Hânedândan çokları geceyi sarayda geçirdi ve sabaha kadar Abdülhamid’in ruhu için dualar edildi, Kur’ân-ı Kerîm okundu. Zatürreeye yakalandıktan sonra vefat eden Osmanlı padiÅŸahlarından üçünün, yani Sultan 2. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid’in “baba, oÄŸul ve torun” olmaları mânidâr bir tevafuktu…
Sultan ReÅŸad, aÄŸabeyinin Sultan 2. Mahmud Türbesi’ne defnedilmesi ve bilfiil makam-ı saltanatta bulunan padiÅŸahların cenazelerinde yapılan merasimin aynen yapılmasını irâde etti. PadiÅŸahın bu emri, icabedenlere tebliÄŸ edildi. Aile içinden bazı kimseler, Abdülhamid’in, Fatih Sultan Mehmed’in türbesine defni için ısrar ettilerse de Enver PaÅŸa, “Fatih’in türbesine hiç kimsenin defni câiz olamayacağından bahisle” muvafakat göstermedi. 76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid’in cenazesi, 11 Åžubat 1918 Pazartesi günü Beylerbeyi Sarayı’ndan Topkapı Sarayı’na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip son hürmeti ve vedâı yaptılar. Cenaze zâbitler tarafından taşınırken, askerler de sarayın bahçesinde selâma durdular. Cenazenin çıkarılmasının ardından muhafız komutanı tarafından oda mühürlendi.
Bir Osmanlı padiÅŸahı vefât edince, âdet olduÄŸu üzere cenazesi, dört asır devletin idare edildiÄŸi Topkapı Sarayı’na getiriliyordu. Sarayın en mahrem bölgesi kabul edilen üçüncü avludaki Mukaddes Emanetler Dairesi’nde, altın bir sandıkta atlas örtüler içinde Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek hırkası muhafaza ediliyordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Asr-ı Saadet’ten mübarek hatıralar taşıyan bu daire, hayatın ötelere endekslendiÄŸi mübarek bir mekândı. Hemen arkasında yer alan çeÅŸme ise, tarihimizin ayrı bir ibret vesikasıydı. Vefât eden padiÅŸahlar, “hayat-ölüm çeÅŸmesi” denen bu çeÅŸmenin başında gaslediliyorlardı. Sultan Abdülhamid’in cenazesi muhafızlar, Enderûn-ı Hümâyûn aÄŸaları ve saray erkânı nezaretinde Hırka-i Saadet’in yeÅŸil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi. Kapı kapandıktan sonra daire erkânından baÅŸkası içeriye giremedi ve Enderûn aÄŸaları nezaretinde cenaze burada yıkandı. Sultanın vücudunda uzun bir hastalığın zaafı, teninin renginde ölüm sarılığı yoktu. Saçı ve sakalı aÄŸarmış; gözleri kapanmış, çukura batmıştı. Yıkandıktan sonra sarı ipek iÅŸlemeli havlularla kurulanan naaÅŸ, kefenlenip hürmetle tabuta konuldu. Abdülhamid, hayatının son dakikalarına kadar ÅŸuurunu kaybetmemiÅŸti. O ânlardaki vasiyeti de harfiyen yerine getirildi. GöÄŸsüne ahidnâme duası, yüzüne Hırka-î Saâdet destimali, tabutun üzerine de siyah Kâbe örtüsü örtüldü.
Ayasofya önünden türbeye kadar cadde üzerinde iki sıra asker dizilmiÅŸti. Fevkalâde ihtiÅŸamlı bir surette yapılan merasimde ÅŸehzâdeler, damatlar, yabancı elçiler, askerî ataÅŸeler, dinî, idarî ve askerî erkân, üniformalarıyla tabutun arkasında ilerliyorlardı. Abdülhamid’in oÄŸulları, muazzam kalabalıkta metanetlerini korumaya çalışıyordu. Halktan da on binlerce insan cenazeye iÅŸtirak etti. Koca Sultan, son istirahatgâhına doÄŸru uÄŸurlanırken derin bir teessür içinde bulunan Ä°stanbullular sokaklara döküldü. O gün Osmanlı payitahtı, tarihinin en heyecanlı ve en hareketli günlerinden birini yaÅŸadı.
Pencerelerden sarkan kadınlar, “Bizi doyuran padiÅŸahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” diye aÄŸlıyorlardı. Tahtan indiriliÅŸinin üzerinden geçen zamana raÄŸmen halk, Abdülhamid’i unutmamış, hak ettiÄŸi vefayı esirgememiÅŸ; Divanyolu Caddesi’ne çıkan sokaklar dua eden ve hüsn-ü ÅŸehâdette bulunan insanlarla dolmuÅŸtu. Sonunda Sultan Abdülhamid’in cenazesi dualar, tekbirler eÅŸliÄŸinde dedesi Sultan 2. Mahmud için inÅŸâ edilen ve amcası Sultan Abdülaziz’in de medfun bulunduÄŸu türbeye “Allah! Allah!” nidalarıyla getirildi ve hürmetle kabre indirilip defnedildi. Böylece Osmanlı tarihinin en muhteÅŸem padiÅŸahlarından birisi daha fâni âlemden bâkî âleme göç etmiÅŸti.
Vefatının 100. yılında Ulu Hakan Abdülhamid Han’ı saygı, özlem ve rahmetle anıyoruz. Ruhu ÅŸad, mekanı cennet olsun!