ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Paul Auster için sıradan bir cumartesi sabahı… ‘Townhouse’ olarak bilinen üç katlı müstakil evinin giriÅŸ katında yalnız; sessiz, derli toplu ve düÅŸünceli oturuyor. New York Times’ın hafta sonu baskısını, çoktan satır satır okumuÅŸ. Röportajı bekliyor.
“Bitiremeden öleceÄŸim” korkusuyla yazımını üç yılda bitirdiÄŸi, önceki romanlarına benzemeyen, bir karakterin doÄŸumundan yetiÅŸkinliÄŸe kadar olan çağını dört farklı anlatıcının aÄŸzından aktaran, yaklaşık 900 sayfalık mavi ciltli romanından birkaç kopya, kızı Sophie’nin yeni albümüyle yan yana, mutfaktaki küçük sehpanın üzerinde. Göz nezlesinden, Brooklyn’e dikilen gökdelenlerden, Trump’tan, edebiyatı ve son kitabı hakkında sert yazılar yazan eleÅŸtirmenlerden ÅŸikâyetçi. Bir elinde mendil, diÄŸerinde e-sigarası, sakin bir tonda konuÅŸmaya baÅŸlıyor…
Henüz Trump ÅŸokunu atlatamamış görünüyorsunuz…
– EndiÅŸeli ve kaygılıydım. ABD halkının büyük bir kesimi Hillary Clinton’a ısınamadı bir türlü. Ona karşı nefret beslediler hatta. Bu yüzden yarışa ciddi bir dezavantajla baÅŸladı. Basın, en başından beri açığını aradı. Zaman zaman suçladı, hatta ÅŸeytanlaÅŸtırdı. Milyonlarca demokrat seçmenin, daha Cumhuriyetçilerin adayı ortada yokken bile Hillary’ye oy vermeyeceÄŸi belliydi. Seçimin seyrini Trump sempatizanlığı deÄŸil Hillary nefreti deÄŸiÅŸtirdi. Üstüne, cinsiyetinin dezavantajını tahmin ettiÄŸinden daha çok yaÅŸadı. Amerikalı, beyaz kadın seçmenin yüzde 52’si, bütün seksist, hatta kadını aÅŸağılayıcı söylemlerine raÄŸmen Trump’a oy verdi. KulaÄŸa gerçekleÅŸmesi imkânsız bir oran gibi geliyor ama oldu; gerçek bu.
ABD, kadın baÅŸkan fikrine henüz hazır deÄŸil mi sizce?
– Hazır olduÄŸumuzu zannediyordum. DeÄŸilmiÅŸiz meÄŸer. Åžurası artık kesin: Ä°leride kadın baÅŸkan seçilirse bu kesinlikle Cumhuriyetçilerden çıkacak. Ä°ngiltere’deki Brexit referandurum sonuçları aslında ciddi bir sinyaldi. Dünyada artık her ÅŸeyin olabileceÄŸini, Trump’ın bile kazanabileceÄŸini düÅŸündüm o sıra. FBI Direktörü James Comey seçime 10 gün kala ‘e-mail’ soruÅŸturmasının tekrar baÅŸlatılacağı açıklamasını yapmasaydı, hâlâ kazanma ÅŸansı çok yüksekti.
Donald Trump için “Politikacıların göremediÄŸini gördü, duyamadığını duydu” diyenlerin sayısı da çok.
– Katılmıyorum bu analizlere. Ä°nsanlar Obama’ya da ‘Umut’ mesajı için oy vermiÅŸti. Trump, insanları heyecanlandırma ve kışkırtma konusunda bir deha. O, gücünü kalabalığından alıyor; kalabalık da gücünü ondan. Karşılıklı besleniyorlar.
TRUMP’TAN DAHA CÄ°DDÄ° BÄ°R MESELE: Ä°FADE ÖZGÜRLÜÄžÜ
Özellikle Ä°ngiliz basınında ABD’deki politik iklimin Türkiye ile benzerliÄŸi sık sık yazılıyor…
– Katılıyorum. Trump ve ErdoÄŸan benzer özelliklere sahip liderler. Ä°kisi de çabuk sinirlenen, farklı görüÅŸlere ani ve sert tepkiler veren politikacı portresi çiziyor. BeÅŸ yıl önce bizzat başıma geldi, oradan biliyorum…
Şaşırmış mıydınız?
– Haksız yere tutuklanan gazetecilerin yanında durduÄŸumu ifade etmek adına, bir protesto olarak Türkiye’ye gitmeyeceÄŸimi söyledim. Belki en fazla hükümet yanlısı bir gazetede sözlerimi eleÅŸtiren bir makale yazılır diye düÅŸündüm. Dönemin baÅŸbakanının bizzat cevap vereceÄŸi, saldırıya geçeceÄŸi aklımın ucundan geçmedi. Ä°lerleyen birkaç gün, karşılıklı cevap vererek geçti. Baktım, faydası yok ve söylemek istediklerimi zaten söyledim, sonrasında susmayı tercih ettim.
1980’lerde, dönemin PEN Yönetim Kurulu üyelerinden Arthur Miller ve Harold Pinter Türk yazarların askeri rejim karşısında yanında durduklarını göstermek adına Türkiye’yi ziyaret etmiÅŸlerdi. Sizse desteÄŸinizi protesto edip gelmeyerek göstermeyi tercih ettiniz. Neden?
– Pinter ve Miller’ınTürkiye ziyaretini çok net hatırlıyorum. Bense protesto ederek Türkiye’ye gitmemeyi tercih ettim. Haksız yere tutuklanan gazetecilere, yazarlara yeteri kadar destek verilmediÄŸini düÅŸünüyordum. O dönem, Türkiye’de tutuklu olan Türk gazeteci arkadaÅŸlarım, daha sonra verdiÄŸim demecin hapiste nasıl da sevinçle karşılandığını, unutulduklarını ve kimseden destek gelmediÄŸini düÅŸünürlerken bir anda umutla dolduklarını söyledi. Bunu duymak beni çok mutlu etti.
Bir gün Türkiye’ye gidecek misiniz?
Türkiye’ye gitmenin ÅŸu an benim için iyi bir fikir olacağını sanmıyorum. Ä°smini söylemek istemediÄŸim biri tarafından hoÅŸ karşılanacağımı zannetmiyorum.
Åžimdi PEN’e baÅŸkanlık yapacağınız konuÅŸuluyor…
– Otomatik olarak sizi baÅŸkan yapamıyorlar. Önce adaylığınızı koymanız gerekiyor. Uzun süre direnmiÅŸtim. Umarım kazanırım.
Fikrinizi ne deÄŸiÅŸtirdi?
– Trump! DiÄŸer tüm vatandaÅŸlar gibi, hayatımı deÄŸiÅŸtirmem, daha aktif yaÅŸamam ve karşı durmam gerektiÄŸini fark ettim. PEN, mükemmel iÅŸleyen bir organizasyon; ‘özgür düÅŸünce’ adına fayda saÄŸlayan bir platform. Sadece Trump karşıtlığına destek vermek deÄŸil mesele. Trump’tan daha ciddi bir kriz var artık: Ä°fade özgürlüÄŸü.
Bu konuda nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz ABD’nin geldiÄŸi noktayı
ABD’de basın, tarihinde görmediÄŸi bir baskı ve saldırıyla karşı karşıya. Türkiye ve otoriter bir tavırla yönetilen diÄŸer tüm ülkelerde olduÄŸu gibi, ÅŸimdi ABD’de de ifade özgürlüÄŸü tehlike altında. Geçen hafta, Washington’da Trump karşıtı gösterileri takip eden beÅŸ gazeteci tutuklandı. Oysa sadece görevlerini yapıyorlar, haber niteliÄŸi taşıyan toplumsal bir olayı takip ediyorlardı. Bu sadece ABD deÄŸil tüm dünya adına çok ciddi bir tehlikenin sinyali.
Seçim sonuçları, geniÅŸ halk kitlelerinin seçilmiÅŸ otoriter figürlerle sorunu olmadığını gösteriyor bir yandan da…
– Orta sınıf, dünyanın çoÄŸu ülkesinde olduÄŸu gibi ABD’de de parlak bir dönem geçirmiyor. Fakat bu yeni bir geliÅŸme deÄŸil. 60’lardan beri orta sınıf, geçim sıkıntısıyla, iÅŸsizlikle boÄŸuÅŸtu, boÄŸuÅŸmaya da devam ediyor. Sürekli artış gösteren bir trend bu. Kızgın ve küskün orta sınıf, ülkelerin seyrini, tarihini deÄŸiÅŸtirecek kritik kararlarda etkin rol oynadı, oynamaya da devam ediyor. Åžansını, gayet sert ve provokatif bir tonda “Ben sizi kurtaracağım, her ÅŸeyi onaracağım” diyen bir lider adayında görüyor; Trump ve benzeri liderler böyle yükseliyor. Her ÅŸeye ve tüm bu sebeplere raÄŸmen 60 milyon insanın böyle bir adama oy vermesi saçmalık. Trump gibi bir alternatifin varlığını anlayabiliyorum ama onun baÅŸkan koltuÄŸunda olmasını aklım, mantığım almıyor.
Trump, orta sınıfın dertlerini düÅŸünmüyor
ABD’nin iÅŸsizlik oranı ya da ‘orta sınıf’ın geçim derdi Trump’un umurunda deÄŸil… Bugüne kadar yaptıkları ortada. Kim bu adamın gerçekten orta sınıfın dertlerini düÅŸündüÄŸüne inanır? Her olayda Meksikalıları suçlayıp duruyor. Amerikalıların iÅŸlerini elinden asıl alanlar onlar deÄŸil ki, robotlar! Son model fabrikaların hiç içini gördün mü? Araba üretim fabrikaları mesela… Neredeyse hiç insan yok, bütün iÅŸi robotlar yapıyor.
ARTIK UZUN CÜMLELER KURUYORUM, SANKÄ° KELÄ°MELERLE DANS EDÄ°YORUM
Son romanınız, ‘4 3 2 1’, neredeyse 900 sayfa. Kariyerinizin en hacimli ve uzun ürünü olarak lanse edildi. 70’inci yaÅŸa denk gelmesi tesadüf mü?
– Planlamadım, kendiliÄŸinden böyle oldu. Kitabı dörde bölüp, bir karakteri, dört farklı anlatıcının gözünden anlatma fikri vardı kafamda. Uzun olacağı belliydi.
Yazarlığınızda bir deÄŸiÅŸim görüyor musunuz?
– Yazarlığım, yıllar içinde hep evrildi, deÄŸiÅŸti, geliÅŸti. Son 10 senede uzun, çok daha uzun cümleler kullanmaya baÅŸladım. Neden bilmiyorum, içimden böyle gelmeye baÅŸladı. Sanki artık kelimelerle dans ediyorum, etraflarında dönüyorum, yuvarlanıyorum. Bugün, nasıl hissettiÄŸim ve nasıl biri olduÄŸumla müthiÅŸ bir uyum gösteren bir deÄŸiÅŸim ve ritim bu. MeÄŸer bugüne kadar tüm yazdıklarım, beni bu kitabı yazmak için hazırlamış.
Kitabı yazmaya babanızın öldüÄŸü yaÅŸta baÅŸlamışsınız. Bir erkek, bir yazar, babasının öldüÄŸü yaÅŸa geldiÄŸinde nasıl bir psikoloji içine girer?
– Babam, 66 yaşında, son derecek saÄŸlıklıyken bir anda hayatını kaybetti, ‘küt’ diye gitti. Ölümü tam bir ÅŸok etkisi oldu. Oysa uzun yaÅŸayacak birine benziyordu. Sigara içmez, alkol kullanmazdı. Her gün tenis oynardı, son derece fit bir görünüme sahipti. Bir gün kalp krizi geçirdi ve öldü. O kadar. Babamın yaÅŸadığından daha fazla hayatta kaldığımı fark ettiÄŸim gün, içimi tuhaf ve korkutucu bir his kapladı. Kitabı yazmaya tam da bu ruh halinde baÅŸladım ve dört yıl boyunca “Belki de ölmek üzereyim” düÅŸüncesi bir an olsun peÅŸimi bırakmadı, aklımdan çıkmadı. “Bu kitabı bitirmeden ölemem. Başıma bir ÅŸey gelmeden, bir an önce bitirmeliyim” diyordum sürekli. Belki de bu yüzden, 900 küsur sayfalık kitabı yazmayı müthiÅŸ bir hızla, neredeyse 3 yılda bitirdim. Artık 70 oldum -ki bu da son derece tuhaf ve saçma geliyor– ve kitabı tamamladıktan sonra tüm düÅŸünceler bir anda yok oldu.
Ölüm korkusu baki mi?
– Hepimiz, sürekli ve farkında olmadan bir ÅŸekilde ölümü düÅŸünürüz. GençliÄŸimde de çok düÅŸünmüÅŸümdür ölümü. Bu da normal. Kitabı yazarken hissettiÄŸim tam olarak korku deÄŸildi. Babamın başına gelenin aynısının bana da olacağını hissettim. Ölmeden önce insan hisseder, sezermiÅŸ bir ÅŸekilde. Üç yıl, o hisle yaÅŸadım.
Korkmuyor musunuz artık ölümden?
– Korksan ne olacak? Kabul etmekten baÅŸka bir çareniz yok ki…
NEW YORK’LULAR BENÄ° SEVMÄ°YOR
BaÅŸta The New Yorker ve New York Magazine olmak üzere, kitapla ilgili ÅŸu ana kadar çıkmış kritik yazıları, deÄŸiÅŸen tarzınızı, üslubunuzu ve duruÅŸunuzu eleÅŸtiriyor…
– Evet, bugüne kadar çıkmış olanların çoÄŸu nahoÅŸ ve evet, epey ağır. Daha iyi niyetli ve insaflı yazılanlar da var: The New York Times, San Francisco Chronocile… Henüz çıkmadı onlar.
Neden bu kitabınızla ilgili ilk baÅŸta arka arkaya ağır eleÅŸtiri yazıları çıktı sizce?
– Çünkü çoÄŸu New York bazlı yayınlar bunlar. Sebebini anlamadığım bir ÅŸekilde New York’lular beni sevmiyor. Sevilmiyorum burada. Siri için aynı durum geçerli. Sevmiyorlar bizi. Karşılar bize. Tepkililer.
Neye bağlıyorsunuz bu tepkiyi?
– Nedenini ben de çok merak ediyorum. Gözle görülür bir kin var. Belki de doÄŸrudur; eve ne kadar yakınsan, o kadar fazla insan tarafından saldırıya uÄŸrarsın. Birçok sanatçı dostumun da başına benzer durumlar geldiÄŸini duyuyorum. Çok sevgili Pedro Almodóvar’ı ne zaman görsem “Ä°nsanlar Ä°spanya’da sürekli saldırıp duruyor bana” diye dert yanar. Dünyanın geri kalanı müthiÅŸ bir hayranlık besliyor. Aynı ÅŸekilde, bir baÅŸka sinemacı dostum Alman Wim Wenders… “Ne yapsam Alman medyasına yaranamıyorum, her seferinde ağır eleÅŸtirilere maruz kalıyorum” der, oysa Almanya dışında herkes üzerine titrer.
KENDÄ°MÄ° HILLARY GÄ°BÄ° HÄ°SSEDÄ°YORUM!
Üstelik yaÅŸadığı ÅŸehirle çok sık anılan bir yazarsınız. Üzücü olmalı…
– Üzmekten çok kafamı karıştırıyor. New York’lulara ne yapmış olabilirim ki… Sanki koca bir önyargı duvarı var karşımda. Bu açıdan, bazen kendimi Hillary gibi hissediyorum!
Tüm bu önyargılar, eleÅŸtiri yazıları sizi endiÅŸelendiriyor mu?
– Her ÅŸeyin güzel olacağına inanıyorum. Yayıncım, kitap satışa çıkmadan sipariÅŸ üzerine sipariÅŸ aldı; birincisi çıkmadan ABD’de ikinci, Ä°ngiltere’deyse üçüncü baskıya girdi. Ä°nsanlar okumak istiyor, sabırsızlanıyor. Benim için önemli olan bu. Alıştım bu duruma. Ben bir hedefim. Sürekli hedef gösteriliyorum.
Neden?
– Çok uzun zamandır ortalıktayım çünkü. Benim gibi tipler bir noktadan sonra sevilmez, istenmez. GeniÅŸ kitlelerin beÄŸendiÄŸini beÄŸenmemek gibi bir moda var bir süredir. Çok da kafa yormuyorum buna. BoÅŸ ver. EleÅŸtirilmek, yok sayılmaktan daha iyi.
GeleceÄŸe dair ne umduysam tersi çıktı
Kitabı yazmaya baÅŸlamadan evvel verdiÄŸiniz demeçlerde “Hayatımın kitabını yazmaya baÅŸlıyorum” demiÅŸsiniz… Fazla iddialı deÄŸil mi?
– Hayır, gerçekten de öyle çünkü… Çok fazla karakteri, ÅŸehri, dönemi, olayı iç içe barındıran, çok katmanlı ve gövdeli bir iÅŸ olacağı başından belliydi ve daha önce böyle bir ÅŸey yazmaya hiç kalkışmamıştım.
Hâlâ aynı fikirde misiniz? Çıkan sonuç sizi tatmin etti mi?
– Kesinlikle. “Hayatımın kitabını yazdım” lafını rahatlıkla söyleyebilirim. Ä°lk hali, basılan versiyonundan daha uzundu. Her bölümün kendi içinde, ‘novella’ tadında, farklı hikâyeleri de vardı.
Kim bilir, belki onlar da yakında ‘novella’ serisi olarak yayımlanır…
– GeleceÄŸe dair tahminlerde bulunmayı bırakalı çok oldu. Ne zaman bir fikir yürütsem hep yanıldım. Buna kendi hayatım dahil. Kendimle ilgili gelecek tahminlerimin hiçbiri tutmadı.
Ne umuyordunuz, ne çıktı?
– Aklına ne gelirse… SöylediÄŸim her ÅŸey yanlış çıktı, tersi oldu.
KÄ°TAPLA BAÄžINI NE KADAR HIZLI KESERSEN SAÄžLIÄžIN Ä°ÇÄ°N O KADAR Ä°YÄ°
Kitabın son cümlesini tamamladıktan sonra ne kalıyor geriye? Sebepsiz bir tedirginlik? Haklı bir mutluluk?
– Genelde küçük, artçı niteliÄŸinde, mutluluk anları hissederim, sonra bu yerini despresyona bırakır. Uzun süre depresyondan çıkamam. Bu seferki farklıydı. Son cümleyi tamamladım. Sandalyeden doÄŸrulmamla beraber sendelemeye baÅŸladım. Yorgunluktan az kalsın düÅŸüyordum. ‘Bayılmak üzere’ gibi bir his filan deÄŸildi. Daha çok, bacaklarınızın bu bedeni daha fazla taşımak istemediÄŸini fark etme durumu… Kimse de yoktu evde. Zar zor bir yere tutundum. Anlık bir panik, sonra geçti ve garip bir ÅŸekilde iyi hissetmeye baÅŸladım kendimi. Bir süreliÄŸine… Sonra kitapla ilgili düÅŸünmeyi bıraktım.
Üç yıl boyunca aylarca, günlerce üzerine kapandığınız bir iÅŸ, karakterleriyle birlikte yaÅŸadığınız bir romandan bahsediyoruz. Nasıl oluyor da üzerine düÅŸünmeyi bıçak gibi bir anda kesebiliyorsunuz?
– Kitabı yazmayı bitirdikten sonra senin olmaktan çıkıyor; okuyucuların oluyor. Bağın kopuyor, hissetmiyorsun, düÅŸünmüyorsun bile. Bebek doÄŸurmaya benzetiyorum. DoÄŸum sonrası tuhaf bir boÅŸluk hissedersin içinde. Artık senin bir parçan olmadığını ve onu özgür bırakman gerektiÄŸini ne kadar hızlı idrak edersen, ikinizin de saÄŸlığı adına o kadar iyi. Bu iliÅŸki dinamiÄŸi yazarla romanı içinde geçerli.
BahsettiÄŸiniz küçük mutluluk anları yaÅŸla beraber artıyor mu azalıyor mu?
– Artıyor sanırım. YaÅŸlandıkça, kendimi gençken mutlu olduÄŸumdan daha mutlu hissettiÄŸimi fark ettim. Çok tuhaf deÄŸil mi? EÅŸimin ve kızımın varlığından, yakın dostlarımla vakit geçirmekten, hayattan hiç olmadığı kadar zevk almaya baÅŸladım. Dünya karanlık bir dönemden geçiyor olabilir ama dışarısı hâlâ güzel.
Bu cümleyi kurmanızda 70 yaşın etkisi var mı?
– Ne yazacağımı, ne yazmak istediÄŸimi bilmiyorum. Aklımda tek bir fikir, bir cümle dahi yok. Kabul, biraz anksiyete yaratıyor. Ama çok da dert deÄŸil. Varsın, bir sonraki cümleyi yazmak yıllarımı alsın.
HER FELAKET, MUCÄ°ZELERÄ° DE BERABERÄ°NDE GETÄ°RÄ°R
Provokatif söylemlerin, kışkırtmaların, kutuplaÅŸtırmanın, nefret kültürünün prim yaptığı bir dönem bu. ‘ÖtekileÅŸtirme’ hastalığı nasıl çözülür, toplumlar tekrar nasıl birleÅŸir?
– Çok doÄŸru bir tespit. ABD, Ä°ç SavaÅŸ döneminden [1861-1865] beri hiç bu kadar kutuplaÅŸmamış, toplum ‘bizler’ ve ‘onlar’ diye ayrılmamıştı. Ä°nan, bilmiyorum… KeÅŸke elimde bir çözüm önerisi olsa ve çıkıp bunu herkesle paylaÅŸabilsem… Ortada bir fikir ya da ideoloji tartışılmadan, sadece karşı tarafa yüklenerek yapılan politikalara bu kadar körü körüne inanılmasını, çöken eÄŸitim sistemine baÄŸlıyorum.
Ä°yimser misiniz?
– Nötr bakıyorum. Ne iyimser ne de kötümserim. Åžimdilik dehÅŸet içinde, geliÅŸmeleri yakından takiple yetinebiliyorum. Ä°zliyorum, anlamaya çalışıyorum. Bir hışım, tespitte bulunup geçici çözümler üretmek yanlış olur.
Peki nasıl olacak?
– Her felaket, mucizeleri de beraberinde getirir. Bir yandan, apolitik olarak bilinen genç kuÅŸak bir anda bilinçlendi, uyandı, son derece aktivist ve politik bir kimliÄŸe büründü. Ä°ki hafta önceki yürüyüÅŸ [Kadınlar YürüyüÅŸü] olaÄŸanüstüydü. Kayıtlara ABD tarihinin en büyük, en kalabalık yürüyüÅŸü olarak geçti. 60’ları görmüÅŸ, Vietnam Savaşı zamanı sokaÄŸa çıkmış bir yazar olarak ÅŸunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bu hareket, öncekilere benzemiyor. Evet, umut verici bir topluluk ama ÅŸimdilik bir ÅŸey ifade etmiyor. Gelecekten endiÅŸe duyanlar yalnız olmadıklarını gördü, kalabalığın ve ‘mobil’ yaÅŸamanın gücü hissedildi. Bunu görmek güzel. Asıl bundan sonrası önemli. Bu kalabalık nasıl çalışacak, iÅŸleyecek? Metropollerden en ufak kasabalara, kapı kapı gezecek bir teÅŸkilat yapılanmasına gitmeli.
BELKÄ° DE ARTIK BENÄ° SÜMÜÄžÜNÜ BÄ°LE SÄ°LMEKTEN ACÄ°Z BÄ°R Ä°HTÄ°YAR OLARAK GÖRÜYORLAR…
YaÅŸadığınız ÅŸehir, Brooklyn, artık bir marka, çaÄŸrışımları çok baÅŸka; genç ve yaratıcı kitlelerin, hipster akımının bir simgesi. Bu deÄŸiÅŸimi siz nasıl okuyorsunuz?
– Bugün, baÅŸka hangi ÅŸehirde bir blok boyu yürüdüÄŸünde altı farklı dile birden rast gelirsin bilmiyorum. Brooklyn ruhunu, kimliÄŸini, farkını birkaç ay önce başıma gelen bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım: Birkaç ay önceydi. Isıran bir ayaz, çok soÄŸuk bir gün… Gazete, kâğıt, kalem gibi ihtiyaçlarımı aldığım dükkandan içeri girdim. Ä°çeride çalışanların hepsi göçmen; sahibi Çinli, yardımcısı Meksikalı, kasiyer kızsa Jamaika kökenli bir Afro-Amerikan… Hepsini yıllardır yakından tanırım, çok severim. Kasada tam para çıkarmaya çalışırken, burnum akmaya baÅŸladı. Kasiyer kız “Burnun akıyor” demek ya da direkt mendil uzatmak yerine tek laf etmeden, mendil kutusundan bir parça mendil kopardı, bana doÄŸru eÄŸildi ve burnumu sildi. Bu olaydan tam bir hafta sonra, yine mahallede, bu kez bir Ä°talyan restoranındayım; yayınevimden dostlarımla yemek yiyoruz. Aynı ÅŸey başıma geldi, burnum akarken restoranın sahibi Ä°talyan asıllı göçmen adam yaklaÅŸtı, burnumu sildi. (Gülüyor) Belki de beni artık sümüÄŸünü bile silmekten aciz bir ihtiyar olarak görüyorlardır… Brooklyn böyle bir yer iÅŸte.