ÖNE ÇIKAN HABERLER |
OSMANLI DEVLETİ‘NİN TARİHİ MİSYONUNA BAKILDIĞINDA ONUN BİR “DİN DEVLETİ” OLMAK YERİNE “İNSAN DEVLETİ” OLMAYI TERCİH ETTİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR.
Her ne kadar şeriat kanunları yürürlükte olsa da örfi hukuk kurallarını uygulamış olması ve yönetimi altındaki ulusların din ve mezhep anlayışlarına saygı göstermesi bunu göstermektedir.
Osmanlı için MİLLET demek Fransız ihtilalinin tanımladığı sosyolojik ve ideolojik yönü ağır basan MİLLET anlayışından uzaktır. Osmanlı için millet demek konuştuğu DİL ile değil inandığı DİN ile tanımlanan bir kavramdır.
Osmanlı için Millet demek din ve mezhebe göre tarif edilmiş bir kavramdır. Çünkü millet kavramı Kur’an’da “BABANIZ İBRAHİMİN MİLLETİ… denilerek bir peygambere inanan insan topluluğu olarak tarif edilir. ”
Aziz Pavlus, da Romalılara mektubunda “soyumuzun atası İbrahim” (İncil, Romalılara Mektup, Bap 4/1) der.
Millet kelimesi Arapça'daki "mille" kelimesinden türeyen bir kelimedir. ve"Bir söz" manasına gelir. Dolayısıyla millet, belirli bir "sözü" yani vahyi kabul eden insan topluluğu demektir. 20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı literatüründe "millet", aynı dine veya mezhebe inanan insan topluluklarını ifade etmek için kullanılmıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sözcük Fransızca/İngilizce nation kavramına karşılık olarak kullanılmıştır. Latince kökenli olan "nation", kelimesi de kök anlamı itibariyle "aynı atadan gelenler topluluğu" demektir. Millet kavramı, Kur'an'da "din" ve "şeriat" manasında kullanılmaktadır.
Zamanımızda çağdaş anayasaların en önemli ilkelerinden biri din ve vicdan özgürlüğüdür. Osmanlı tarihini incelediğimizde görülecektir ki, söz konusu özgürlük, gayrimüslimleri uzun yıllar Osmanlı yönetimine bağlamış ve millî kimliklerin korunmasında etkili olmuştur.
İktidarı elinde tutan padişahların bu coğrafyadan yapmış oldukları evlilikler, devşirme sistemi ile bu coğrafyadan alınan Hıristiyan çocuklarının gerek Yeniçeri Ocağı’nı oluşturması ve gerekse padişahlık ve ulema sınıfı hariç üst düzey devlet görevlisi yapılması, Osmanlının emperyal bir bakış ile bu toprakları yönetmediğini göstermektedir.
Sömürgeci zihniyete sahip bir devletin yerel halkları kendi yönetiminde üst düzeylere çıkarma geleneği Osmanlı Devleti’ni diğer imparatorluklardan ayıran en önemli unsurdur. İngiltere gibi bir devlet Hindistan’daki yerel halktan birisini kendisine başbakan yapmamıştır. Ancak Osmanlı Devleti Balkan kökenli Sırp Hırvat, Arnavut ve Boşnaklardan pek çok vezir-i Azam yani Devletin ikinci adamı olan Başbakan düzeyinde üst düzey bürokratı devlet yönetimine getirmiştir.
Kabileci milliyetçilik anlayışı Osmanlı’nın uygulamadığı bir siyasettir. Milliyetçi akımların arttığı 19 yüzyılda bile Osmanlı’nın RUM büyükelçileri Ermeni nazırları ve üst düzey bürokratları vardı. Yahudiler üst düzey bürokraside görülmezdi ama taşra bürokrasisinde önemli bir ağırlıkları vardı.
Devşirme denilince zannediliyor ki Osmanlının bütün askerleri Müslüman olmak zorundaydı. Hayır. Osmanlı’nın muharip sınıflarında bile Hıristiyan askerler bulunurdu. Osmanlı Donanması Paskalya ve Noel bayramlarında demir atar ve sefer yapmazdı.
Bugün İslam adına cihad yaptığını iddia eden bir takım yapıların ortaya koyduğu davranışlar Osmanlı anlayışından çok uzaktır. İnsanları başka bir inanç mensubu olduğu için öldürmek ve bunu din adına yaptığını ileri sürmek sadece bir yanılgıdır.
Bugün cihad yapıyorum diyerek İslam’ın temsilcisi olduğunu ileri süren kişi ve topluluklarla İSLAM’ın pek de bir ilgisi olmadığı Kur’an ve Hadislere baktığımızda görebiliyoruz.
Kur’an’da; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi MİLLETLERE VE KABİLELERE AYIRDIK. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır…” buyrulmaktadır. Yani insanları milletler ve kabileler olarak yaratmak Allah’ın PROGRAMIDIR. O halde hiç kimse diğer bir milleti ALLAH adına öldüremez. Çünkü bütün milletleri yaratan bu programın sahibi olan Allah’tır. Allah’ın yarattığı kulları Allah adına öldürmek en büyük cinayettir.
Bütün bunlar Osmanlı Devleti’nin egemenlik kurduğu coğrafyalarda insanlara nasıl muamele etmesi gerektiği ile ilgili bir düstur vermiştir.
Osmanlı bu misyonun temsilcisi olmaya gayret etmiştir. Ancak şu da bir hakikattir ki 623 yıllık tarihinde bu siyasetin her zaman arzu edilen bir şekilde gerçekleşmediği de muhakkaktır.