ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Friedrich Wilhelm Nietzsche, olaÄŸanüstü dehÅŸetli yaÅŸamının son büyük trajedisini 1889 senesinin 3 Ocak’ında yaÅŸamıştır: Olay ÅŸöyle gerçekleÅŸir: Torino sokaklarında gezintiye çıkmış olan Nietzsche, sahibi tarafından acımasızca kırbaçlanmakta olan bir at görür (ki kırbaç, kimi zaman “erotik” ve çoÄŸu zamansa “politik” bir enstrümandır). Bu “skandal” fotoÄŸraf, Nietzsche’nin zaten azgınlığa meyyâl olan zihni için bir iÅŸaret fiÅŸeÄŸi gibidir; binyıllık bir coÅŸkunlukla atın boynuna sarılır ve oracıkta aÄŸlamaya baÅŸlar. Tarih bu ânı “Büyük Zihinsel ÇöküÅŸ” olarak kayda alacak ve Nietzsche’nin yeryüzündeki son on bir senesi ise “Büyük Sükûnet” içinde geçecektir. Gelgelelim 1889’un hemen başında cereyan eden bu olay, yirminci yüzyılın kapılarını da sonuna kadar aralar bize: Aynı senenin 20 Nisan’ında (–sonraları bir Nazi destekçisi de olan− yirminci yüzyılın en önemli filozofu Martin Heidegger’den birkaç ay ve yine yirminci yüzyılın “dehâ”sı Ludwig Wittengstein’dan sadece birkaç gün önce) Adolf Hitler’in elli altı senelik yeryüzü macerası baÅŸlar. “Elli altı sene” mühimdir, zirâ –tarih bu ya− sükûnet içindeki son on bir senesi ile birlikte Nietzsche’nin yeryüzü konukluÄŸu da elli altı sene sürmüÅŸtür. O halde pekâlâ soru ÅŸöyle ÅŸekillenebilir: Nietzsche’nin elli altı senesi ile Hitler’in elli altı senesini ayıran ÅŸey nedir?
BABA’NIN VARLIÄžI VE BABA’NIN ÖLÜMÜ
En baÅŸtan baÅŸlamak gerekir: Åžüphesiz ki bir çocuk ya da bir ilkgenç için, otoritenin varlığına dair ilk duyumsama ve onunla kurulan ilk dolaysız iliÅŸki, “Baba’nın Varlığı” yordamı iledir. Lâkin bu ilk otoritenin, birdenbire ve anlam verilemeyecek ÅŸekilde ortadan kalkması (diyelim ki Baba’nın aniden ölmesi), çocuk için dehÅŸetengiz bir savruluÅŸun vesilesidir. Henüz çocuk yaÅŸta ya da ilkgençlikte babasını yitiren birisi (ve ben de bu konuda ahkâm kesebilecek pratiÄŸe sahibim), her türden duygudurumun –sevincin, kederin, nefretin, öfkenin, kaygının ve dahası− sınırlarını keÅŸfedebilir. Nietzsche’nin bu sınırları keÅŸfetmesi henüz beÅŸ yaşına ve Hitler’in keÅŸfi ise on üç yaşına denk gelir (ve ne tesadüf ki Hitler’in babasının ölümü yine bir 3 Ocak’a denk gelecektir). Ä°kisi için de fena bir baÅŸlangıç sayılmaz bu. HoÅŸ, Nietzsche “kendisini keÅŸfetme” hususunda Hitler’e göre biraz daha önde gibidir; Hitler’in babasını yitirdiÄŸi yaÅŸta Nietzsche ilk otobiyografisini yazmıştır bile. (Burada biraz daha ileri giderek, Hitler ve Nietzsche’nin arasına, bir seri kâtil ve bir yamyam olan Albert Hamilton Fish de eklenebilir – ki o da babasını tıpkı Nietzsche gibi beÅŸ yaşındayken yitirmiÅŸ ve hem bir Hitler hem de bir Nietzsche olarak tarih sahnesinde belirmiÅŸ gibidir.)
Öte yandan “Baba’nın Ölümü” ile çocukta acilen yanıtlanması gereken bir soru açığa çıkar: Bu soru kimin düÅŸman seçileceÄŸine dair refleksif bir sorudur – DüÅŸman Kimdir? Nietzsche için bu sorunun cevabı oldukça basit ve aklıselimdir: DüÅŸman, apaçık Tanrı’dır. Nietzsche’nin yanıtını derin bir öfke hissinin motive ettiÄŸi de açıktır; kendisinin sadık bir hizmetçisi olan babasına böylesi bir cezayı lâyık gören Tanrı, dolaysız bir öfkeyi de ÅŸüphesiz ki hak eder. Öte yandan Hitler içinse, bu sorunun yanıtı ilk baÅŸta oldukça karmaşık görünür. Ä°lk anda Hitler’in öfkesi bir yön bulamaz ve yön bulamayan öfke zaman içinde nefrete ve zamanla da hınca evrilir. Ä°ÅŸte burası; Nietzsche ve Hitler için bir yol ayrımı demektir: Nietzsche, yönelmiÅŸ ve bilinçli bir öfkeye egemen olurken, Hitler ilk anda hiçbir ÅŸeye yönelememiÅŸ ve zamanla hınca dönüÅŸmüÅŸ bir duygunun esiri olacak; Nietzsche’nin yegâne düÅŸmanlığı soyut bir ÅŸey olarak Tanrı ve tanrısal ahlaka yönelecekken, Hitler’in düÅŸmanlığı kendisinden olmayan her türlü “Öteki”ye yönelecektir.
Ä°DEALLER VE SÜRÜKLENME
Gelgelelim, “düÅŸman nedir?” sorusu, yeni bir sorunun sorulmasına da imkân verir. Bu soru dolaysız olarak gelecekle ilgilidir − Pekâlâ Åžimdiki Ä°dealim Nedir? Nietzsche’nin çocukluk ve ilkgençlikteki ideali, tıpkı babası gibi iyi yetiÅŸmiÅŸ bir din görevlisi olabilmektir; bu istek ailesinin diÄŸer üyeleri tarafından da takdir ve motive edilir. Bu ilk ideal, Nietzsche’nin Tanrı ile olan çekiÅŸmesine çeliÅŸki düÅŸürüyor gibidir ve ne var ki bu çeliÅŸki Nietzsche’yi Nietzsche olmaya götüren kritik bir çeliÅŸkidir. Bu idealle paralel olarak eÄŸitimini teoloji alanında sürdüren Nietzsche; çok geçmeden, yirmili yaÅŸların başında teolojiden tümüyle koparak kendisini tümüyle filolojiye adar. Bu, yaÅŸamın onu sürüklediÄŸi yerdir: Dil… Hitler’in ise daha çocukluktan beri ideali bir ressam olmaktır – ki daha çocukken, babası ile bu konuda defalarca karşı karşıya gelmiÅŸtir. Babasının ölümünden sonra da bu idealinin peÅŸinden gitmeye çalışan Hitler, ne var ki baÅŸvurduÄŸu Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nden birkaç defa geri çevrilir. Akademi, Hitler’in resim konusunda yetersiz ve yeteneksiz olduÄŸunu düÅŸünmektedir. Bu onur kırıcı reddediliÅŸlerle umudu çabucak tükenen Hitler, tıpkı Nietzsche gibi yirmili yaÅŸlarının baÅŸlarında, ilk idealinden çok uzakta bir kanala sürüklenmiÅŸtir. Belki de ilk defa bu yaÅŸlarda bedenen savaÅŸabileceÄŸi, karşı koyabileceÄŸi somut bir düÅŸman edinmiÅŸtir: Yahudiler… Ve birdenbire –hiç hesapta yokken− kendisini bir asker olarak bulan Hitler artık, ÅŸöhret basamaklarını birer birer tırmanacak, silahını hıncıyla donatmış genç ve gözükara bir askerdir. Asker olmak onu ilk defa kimliklendirecek ve o zamana kadar pek deÄŸersiz hissettiÄŸi var oluÅŸunu, “öteki düÅŸmanlığı” üzerinden yeniden kurgulamasına olanak verecektir.
ÖFKENÄ°N YARATICI VE HINCIN YIKICI GÜCÜ
Tüm bu süreç; Nietzsche’yi −öfkesine hâkim− gezgin bir filozof ve Hitler’i ise –hıncının esiri− zafer âşığı bir diktatör adayı yapar. Nietzsche; âşık olur, gezer, öfkelenir, seviÅŸir, üretir, düÅŸer, kalkar, çıldırır ve nihayet sükûnete erer. ÖldüÄŸünde, hâlen öfkeli ve lâkin yine de huzurlu bir yüreÄŸe sahiptir. Hitler ise; yakar, esir eder, iÅŸkence eder, öldürür, hınçlanır, daha da hınçlanır, tüketir ve nihayet kendisi de elbet bir gün tükenir. 30 Nisan 1945’te –bedeninin Sovyetlerin eline geçmemesi hesabıyla− ÅŸakağına ateÅŸ ederek intihar ederken (ki son anlarının hayat eÅŸi Eva Braun da bu intihardan payına düÅŸeni alacaktır), hıncının sonsuzluÄŸu gibi yüreÄŸinin derin huzursuzluÄŸu da gün gibi ortadadır.
Bu hâlde açıktır ki; Nietzsche’nin elli altı senesini, Hitler’in elli altı senesinden –ve dâhil Amedeo Modigliani’nin otuz altı senesinden, Charles Baudelaire’in kırk altı senesinden ya da Albert Hamilton Fish’in altmış altı senesinden− ayıran ÅŸey motivasyonun kullanımıdır. (Hepsinin babası onlar henüz çocuk yaÅŸta iken ölmüÅŸtü.) Aynı motivasyon sizi bir filozof, bir diktatör, bir ressam, bir ÅŸâir, bir seri kâtil ya da bir yamyam yapabilir. Kritik olan ise, ona egemen mi yoksa ona esir mi olduÄŸunuzdur.
NÄ°ETZSCHE’YÄ° AÅžABÄ°LMEK VE HÄ°TLER’Ä° AFFEDEBÄ°LMEK
Son olarak ise size, Nietzsche’yi aÅŸmayı ve Hitler’i affetmeyi teklif edeceÄŸim. Klâsik bir indirgeme ile hemen reddetmeyiniz bu teklifi. Pekâlâ bu neden gereklidir, önce onu dinleyiniz. Nietzsche’yi aÅŸarak, bugünün zayıf, zayıflatıcı ve her yönüyle kaba öfkesini “Nietzscheyen öfke” zannetme yanılgısından kurtulabileceÄŸiz ve daha da önemlisi Hitler’i affederek ise, derinlik ve tarihsellik yoksunu, hınç ile dahi deÄŸil kör bir haset ya da bayağı bir âcz duygusu ile devinmekte olan bugünün “küçük despotlar”ını (ki kendileri belki de ÅŸu ân seni izliyorlar) “HitlerleÅŸme lüksü”nden ve kendilerini tarihsel olanda kimliklendirme onurundan mahrum bırakabileceÄŸiz. Hiç de az ÅŸey deÄŸildir bu doÄŸrusu: Nietzsche ve Hitler, −iyisi ve kötüsü ile− yaÅŸadılar ve öldüler; nitekim yeni Nietzsche’lere ve yeni Hitler’lere de gereksinmiyor tarih, zaman yeni olaÄŸanüstü hikâyelere gebe…