BCA Times
  ÖNE ÇIKAN HABERLER
  • <strong>Altın Kalem Ödüllü Yazar Metin ŞAHİN ile Röportaj</strong>
    Altın Kalem Ödüllü Yazar Metin ŞAHİN ile Röportaj
  • Kahramanmaraş’ta 7.4 büyüklüğünde deprem meydana geldi
    Kahramanmaraş’ta 7.4 büyüklüğünde deprem meydana geldi
  • Yazar Prof. Dr. Dr. Naim Derebaşı ile Röportaj
    Yazar Prof. Dr. Dr. Naim Derebaşı ile Röportaj
  • Yazar Rıdvan Serin ile Röportaj
    Yazar Rıdvan Serin ile Röportaj
  • Yazar İhsan Kutlu ile Röportaj
    Yazar İhsan Kutlu ile Röportaj
  • Yazar Ümmühan Yaşar ile Röportaj
    Yazar Ümmühan Yaşar ile Röportaj
  • Altın Kalem Ödülleri Sahiplerini Buluyor
    Altın Kalem Ödülleri Sahiplerini Buluyor
  • Hayatınızı Değiştirecek 20 İnanılmaz Paulo Coelho Sözleri
    Hayatınızı Değiştirecek 20 İnanılmaz Paulo Coelho Sözleri
  • Abdülhamid Han’ın Altın Saati Açık Artırmada
    Abdülhamid Han’ın Altın Saati Açık Artırmada
  • Berlin Indie Film Awards’tan ”Leyla Hanım” Filmine Ödül
    Berlin Indie Film Awards’tan ”Leyla Hanım” Filmine Ödül




YAZARLAR

Prof. Dr. Doğan Aydal
Prof. Dr. Doğan AYDAL / Yazar
Eklenme Tarihi: 11 Kasım 2017, Cumartesi 22:52 - Son Güncelleme: 11 Kasım 2017 Cumartesi, 22:52
Font1 Font2 Font3 Font4



Nehir Sularımız ve İçimizdeki İsrail Kuşkusu

Laf anlamaya başladığımız ilk günden itibaren dedemiz veya babamız “Yunan Gâvuru’nu” denize nasıl döktüğümüzü anlatır. Ege bölgesinde bir dolaşın bakalım size ne hikâyeler anlatacaklardır. Ama bütün bu hikâyeler, bırakın ticaret yapmamızı, bankalarımızı bile Yunanlılara satmamıza mani olmamıştır. Yunanlı turistlere vizeyi tek yönlü olarak kaldırmadık mı? Kaldırdık! Yunanlının Megalo İdea’dan vazgeçtiğini söyleyen tek kişi var mıdır? Hayır yok! Yunanlının İstanbul’u “Constantinople” yapmaktan vazgeçtiğini söyleyen tek bir kişi bulabilir misiniz? Hayır! Yunanlının Pontus devletinden vazgeçtiğini gösteren en küçük bir emare var mı? Hayır! Biz Yunanistan ile her türlü ilişkiyi geliştirmek için hala gayret gösteriyor muyuz? Evet!

 

Yüzyıllar boyu Rusya ile kim bilir kaç savaş yapmışızdır. “Rus’tan dost, Ayı’dan post olmaz” atasözü de bize aittir (Alanya’da bulunan beş bin Rus gelinimiz kusura bakmasın). Ama bu Rusya ile milyarlarca dolarlık gaz, petrol, kömür anlaşmaları yapmamıza engel olmamıştır. Bugün enerji giderimizin yüzde altmışını Rusya’dan alıyoruz. Bir başka deyişle çalışan her on fabrikamızın veya sanayi kuruluşumuzun altı tanesinin anahtarı halen Rus’un elindedir. Rus’ların sıcak denizlere inmekten vazgeçtiğini söyleyebilecek tek bir Allah’ın kulunu bulabilir misiniz? Hayır! Peki, biz Rusya’dan daha fazla gaz ve kömür almak için hala yırtınıp durmuyor muyuz? Evet!

 

Gaziantep, niye “Gazi”, Kahramanmaraş niye “Kahraman”, Şanlıurfa, niye “Şanlı” diye sorun kendinize! Bunlar Fransızlar ile he türlü ilişki kurmamızı engellemiş midir? Hayır?  Fransız eline geçen her fırsatta Türkiye aleyhine hala çalışmakta mıdır? Evet! Örnek ararsanız Avrupa Birliği kararlarına bakın yeter. Buna rağmen Fransa ile iyi ilişkilerimiz devam etmekte midir? Evet!

 

Çanakkale’de daha “dün” kadar yakın bir geçmişte iki yüz elli bin şehit vermemize sebep olan İngilizler ile ilişkilerimiz bozuktur diyeniniz var mı? İngilizlerin topraklarımıza savaş için getirdikleri Avustralyalı veya Yeni Zelandalı Anzakları vatan topraklarımıza, Çanakkale’nin bağrına kendi evlatlarımız gibi gömmedik mi? Her sene onlar için yapılan törenlere bile katılmıyor muyuz? Evet! Bana diğer ülkeleri de sırayla saydırmayın. Cevabın sonuçta “evet” olduğunu hepimiz biliyoruz.

 

Hepsine “evet” diyoruz da İsrail ile ilişkilerimiz niye hala anlaşılmaz bir halde? İşte bunu anlamakta zorlanıyorum. Mesele Filistin mi? Bilmeden ezbere konuştuğumuz Filistin’i bir başka yazıda detaylı olarak anlatacağım size. Hikâyeyi anlattığımdan farklı bilen biri varsa lütfen yazsın biz de öğrenelim. Kahve köşelerinde, parti odalarında, dergâhlarda, seçim meydanlarında havaya konuşmak olmaz! Yazın! Biz de bilelim.

 

Mesele “Arz-ı Mev’ud” mu? İsrail bu gün o topraklarda zaten var. Kendileri yok görünse de paraları halen orada! Küreselleşen yeni Dünya düzeninde dolaşan paranın üzerinde “İsrail” yazmıyor, ama orada!

 

 Kimin ne yaptığını kimsenin bilmediği Filistin coğrafyasında verilen kararlar veya olaylar bizim gibi bin yıllık bir geçmişi ve yerleşik gelenekleri olan bir devleti niye bu kadar etkiliyor anlayamıyorum. Gerçekten anlayamıyorum. Sanki birileri anlamayalım diye özel gayret gösteriyor. Teşbihlerde hata olmazmış. Kimse kusura bakmasın ama ülkemi bazen küçücük bir merkep’in peşine takılıp giden koskoca bir deveye benzetiyorum. Müzmin siyasi takıntılarımıza bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Deveye yazık oluyor!

 

Mısır, El Ariş’deki doğal gazını borular ile İsrail’e ulaştırır. Hatta İsrail ile birlikte ortak “Eastern Mediterranean “adlı şirket de kurar. Dahası şirketin yönetimini de İsrail’e verir. Hiçbir Arap ülkesinden çıt çıkmaz. Katar, doğalgazını İsrail Hayfa limanından Avrupa’ya ihraç etmek için proje hazırlar. Bu boru hattı Suudi Arabistan üzerinden geçmek mecburiyetindedir. Yine hiçbir Arap ülkesinden çıt çıkmaz. Irak Ekas bölgesinde çıkardığı gazı İsrail’in yönetiminde bulunan gaz boru hattına bağlamak üzeredir. Yine Arap dünyasından çıt çıkmaz. Bu boru hattını kullanarak Suriye gaz alır. Arap Dünya’sı yine sus pus bir vaziyettedir. İsrail petrol ihtiyaçlarının neredeyse tamamını bizim Arap kardeşlerden temin eder. Kimsede yine çıt yoktur. Ne zaman ki Ülkemiz denize boşu boşuna akan sularını almak isteyen herkes ile birlikte İsrail’e de satmak ister, yer yerinden oynar. İşte bunu hiç anlamıyorum. Anlayamıyorum! Mantıklı bir sebebi varsa biri yazsın ben de bileyim! Ama yazsın! Biz mahalle baskısından korkan devlet gibi davranmaya başlarsak bunun sonu gelir mi?

 

Konu öncelikle Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden Akdeniz’e dökülen sular ile gündeme gelir. Bu projeyi ilk defa gündeme taşıyan da, ufku beni her zaman etkilemiş olan rahmetli Turgut Özal’dır. Sadece Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin suları değil, Manavgat suları da binlerce yıldır Akdeniz’e boşu boşuna akıp durmaktadır. “Su Akar Türk bakar” lafı boşu boşuna söylenmemiştir.

 

Özal, 1987 yılında Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden tasarruf edilecek suların bir boru hattı vasıtasıyla Suriye, Ürdün, İsrail başta olmak üzere isteyen ülkelere kadar ulaştırılabileceğini belirtir. Bu yıllar Ortadoğu’nun karışık yıllarıdır ve o karışıklıkta bu teklif pek ses getirmez. O dönemdeki mahalle baskısı da düşünülenden fazla olmuştur.

 

Ancak proje ilginçtir ve sonraki siyasetçilere de ışık tutmuştur. Türkiye bu projeden vazgeçmediğini bir başka ortamda göstermeye kararlıdır. Pilot bölge olarak yılda milyarlarca metreküp suyu Akdeniz’e dökülen Manavgat Çayı seçilir. Ancak su ihraç edilecek ise bu suyu yükleyecek bir platform’a ihtiyaç olacaktır. Bu problem de çok kolay aşılır. TOKİ yaklaşık yüz elli milyon dolarlık platform yapım işini, 1992’de bir Türk firmaya ihale eder. Platformda yapılan tesislerin esas kısmı 1999’da bitirilir. Hem içme suyu hem de ham su yüklenmesi için yapılan işlemler ile birlikte bütün platform 2001 yılında hazır hale getirilir.  Su platformlardan tankerlere yüklenecek ve ihraç edilmiş olacaktır.

 

Ancak gelin görün ki işler göründüğü kadar basit değildir. Başta Libya olmak üzere bütün Arap ülkeleri bu alışverişe karşı çıkar. Libya, Türkiye’nin bu platform’dan satacağı bütün suyu alabileceğini beyan eder. Her siyasi ortamda karşımıza çıkan ise Filistin-İsrail hikâyesidir. Duygu sömürülerinin bin türlüsü bir kuruşa satılmaktadır bu siyasi piyasalarda. Sadece dış baskı değil, iç mahalle baskıları da bütün şiddeti ile başlayınca işler tıkanır. Türkiye İsrail ile ilişkileri bozmadan bu işi nasıl durdurabilirim diye az düşünmemiştir. Sonunda, 2006 yılının 30-31 Ocak günleri yan yana gelen Türkiye ve İsrail’in Dışişleri ve Su işlerinden sorumlu yetkilileri karşılıklı anlaşma ile projeyi iptal ettiklerini beyan ederler. Her iki ülkenin vatandaşlarına da makul bir şeyler söylemeleri lazımdır. O da bulunur. “Petrol fiyatları artmış, su taşınması ekonomik olmaktan çıktı” denilmiştir. Türkiye’nin metreküp başına istediği 1.25 dolar, 50 cent seviyelerine çekilebilirse görüşmeler yeniden başlayacaktır. Onlar söyledi, biz de inandık! Esas gerçek Türkiye’nin mahalle baskısından kurtulamamasıydı. Gerisi laf-ı güzafdır.

 

Sahi, satabilsek ne olurdu? Biz su sattığımızda sadece İsrail’e su satmayacaktık ki! Gazze’de bulunan Filistinli kardeşlerimize de su satmış olacaktık. Manavgat’dan, Ceyhan’dan, Seyhan’dan veya Göksu’dan giden sular bu ülkeleri su açısından rahatlatmayacak mıydı? Bu gün sularının yüzde on beşini temin ettiği Golan tepelerdeki işgali sona erdirip esas sahibi olan Suriye’ye iade etmesi daha kolay olmaz mıydı? Karşılıklı alışverişin artışı bölgeyi daha da yumuşatmaz mıydı? İçinizden “yok olmazdı” diyen varsa lütfen gerekçelerini de yazsın. Biz de bilelim.

 

Satmadık da ne oldu? Libya veya bir başka Arap ülkesi Manavgat Çayı’ndan tek bir litre su aldılar mı? Hayır! Üstüne üstlük, yüzeli milyon dolar masraf ederek yaptığımız ihraç platformu da sekiz senedir çürümeye terkedilmiş bir halde beklemektedir. Manavgat suyu bize lazım diye bas bas bağıran Antalya belediyesinin sevgili idarecileri daha sonra yasal olarak kendilerine tahsis edilen Manavgat suyundan tek bir litre su almışlar mıdır? Hayır! Neden? Çünkü Manavgat’tan Antalya’ya su götürmek çok pahalıdır da o yüzden. Güzelim Türkiye’m.

 

Mahalle baskısı yapanların kullandığı en güzel silahlardan biri de İsrail’in GAP projesi üzerindeki muhtemel emelleridir. Ne kadar şişirme haber internette dolaşmaktadır bilemezsiniz. Eline bilgisayarı alan desteksiz ne varsa yazmaktadır. Eh buna hazır bir cemaat da nasılsa bulunmaktadır.

 

 İsrail toprak fakiri bir ülkedir ve işleyebileceği toprakları olmasını tabii ki isterdi. Toprakları yok yeterli olmadığından, çevre ülkelerde müştereken işleyebileceği toprakları araması kadar da normal bir şey olamaz. Doğu, Güneydoğu Anadolu topraklarımız ise Allah’ın bize verdiği bir nimettir. İyi de biz bu nimetin hakkını vererek kullanabiliyor muyuz? Hayır! Ya da yeterince sulayabiliyor muyuz? Hayır? Onlarca baraj yapmadık mı? Evet! Su kâfi değil mi?  Kâfi! O halde bu toprakların halen niye sadece yüzde on altısını sulayabiliyoruz bileniniz var mı? Bu bölgelerdeki tahıl üretimimiz niye her yıl daha da azalıyor diye kendinize sorun. Bu olumsuz gelişmeye bağlı olarak azalan hayvan miktarının sebeplerini araştırın. Neden? Efendim terör vs. diye de kıvranmayın. Terör dağda değil miydi? Şimdi de Ova’ya mı indi?

 

Bahane aramayalım! Sebep ne ise ne! Bu topraklardan yeterince faydalanamıyoruz. Şimdiye kadar elindeki petro-dolarların hiç değil bir kısmını bu topraklarda yatırım yapalım, beraber kazanalım diyen herhangi bir Arap kardeşimiz oldu mu? Hayır!

 

Gelin isterseniz teorik olarak düşünelim. Bizim sulanmayan 1,6 milyon kilometre kare toprağımız var mı, yok mu? Var! Kullandığımız 40 milyar metreküp suyun otuz milyar metreküp kadarı vahşi sulama dediğimiz sulama sistemi ile çarçur olup gitmiyor mu? Gidiyor! Alın size çözüm! İster Arap, İster İsrailli, ister ABD’li, ister Yunanlı olsun, bu topraklara yatırım yapacak birileri ile “damla” usulü sulama sistemini bütün ülkemizde kurabilsek, ülkemiz en az yirmi milyar metreküp su tasarrufu yapar. Şimdi de bu suyu satabileceğimizi hayal edin. Ne kadar güzel olurdu değil mi? Hala olabilir. Şimdi de bu sulardan bir kısmını kullanarak sulanmayan topraklarımızı sulayıp elde edebileceğimiz ürün fazlasını düşünün. Modern teknolojik tarım sistemleri ile işlenmiş, donatılmış yemyeşil devasa çiftlikler ile dolu topraklar hayal edin. Kaç yüz bin aileyi ayakta tutarız hayal edebiliyor musunuz? Biz kazanırız, yatırım yapan da kazansın. Cebinde para olan ailenin gençleri şimdiki kadar kolaylıkla teröre bulaşır mı? Kaybedecek şeyi çok olan kişiler ölüme koşarak gider mi? Alışverişin olduğu sınırlarda düşmanlık azalır mı azalmaz mı? Bunları da kendinize sorun!

 

Size Anadolu’muzun tam göbeğinde bulunan bir kiraz bahçesinden bahsetmek istiyorum. Kırkbin adet kiraz ağacının inci taneleri gibi dikildiği bir yer hayal edin (Resim 5). Bu ağaçlar damla sulama sistemi ile sulanıyorlar. Kirazların her bir tanesi bildiğimiz Napolyon türü kirazların mübalağasız iki misli büyüklüğünde. Her sene çevre köylüleri bu ağaçların bakımı, sulanması, toplanması ve paketlenmesine yardım ediyorlar ve gerçekten de iyi para kazanıyorlar. Toplanan kirazlar soğutma sistemi bulunan TIR’lara yüklenip Avrupa’ya ihraç ediliyor. Şirket, organik kirazları normalin beş misli fiyatla Avrupalılara satıp iyi para kazanıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine vergisini de anında ödüyor. Keşke bu bağlardan, bostanlardan bin tane olsa! Şimdi soru şu? Bu şirket İsrail’li olsa ne olur, Yunanlı olsa ne olur? Devlet’in denetimi ve hükümranlığı yoksa zaten Devlet de yok hükmündedir.

 

Bana ne olur “efendim Yahudilerin kutsal kitapları (Tekvin 15/1) şöyle diyor, böyle diyor” ile başlayan cümleler kurmayın. Ne yapalım “Arz-ı Mev’ud” varsa. Bırakın kim neye inanırsa inansın, ne hayal ederse etsin. Eğer seksen, yüz milyonluk Türkiye sadece bu sebeple İsrail ile ilişki kurmuyorsa, kuramıyorsa bu ülke zaten bitmiş demektir. Devlet tabii ki her türlü emniyet tedbirini alacaktır. Bu tedbir olduktan sonra korku’ya yer yoktur. Korkmakla varılacak bir yer de yoktur. İsterseniz bir de benim hayallerimi sorun. Hayır sormayın! Ortalıkta dost ülke falan kalmaz.


» YAZARIN DİĞER YAZILARI


BU YAZIYLA İLGİLİ YORUM YAZIN