ÖNE ÇIKAN HABERLER |
GÖKLERDEN GELEN BİR KARAR VARDIR…
Liberalizmin, 1789 yılında sosyalizme kaydığı ve materyalizmin doğurduğu pragmatik kapitalistle değerlerimizden uzaklaştırıldığımızı idrak etme vakti gelmedi mi? 1945`te Amerika köylülerinin giydiği Blue Jean donunun (pantolon) giyilmesinin, ilerici sayıldığı ama ondan çok önce bizim topraklarımızda giyilen şalvarın gerici, alay konusu olması kadar iğrenç bir şey yoktur. Bu, maddeye yalaklık ettiğimizin, insana değil maddeye paha biçtiğimizin en basit örneği değil midir? Ya da başka bir deyişle, kültürümüze ait olan ve bizi biz yapan dilimizle, Anadolu’da halkımızın telaffuzlarıyla alay ederiz. Hâlbuki bu telaffuzların, Türkçemize, kültürümüze ait olduğunu bilen bir şuur, bir nesil, bu ayıpla ömrünü idame ettiremez. Maddenin bize yaptığı da bu değil midir? Bize ait olanların kimliğimizden, zihinlerimizden silinerek, mahşerde izlemekten utanacağımız ayıplarımızmış gibi gösterilmesi değil midir?
Maddeden uzak dur, deyince anlamamız gereken; gözle görünen cismani varlıklardan ya da fiziki dürtü ve örtülerden uzak durmak mıdır? Yoksa, küplerden inip batının cadılarına ait olan süpürgelere binmek midir? Küpler topraktandı neticede; kim bilir, belki de çamurun üzerimizde bıraktığı yaşanmışlığı kabullenemedik, süpürgenin yenilikçi oluşuna aldandık; beklide ağır geldi bizlere günümüz izzetsizliği içerisinde bu kadar ahlaklı bir kavramın oluşu… Kendi şuurumuzda cadı kavramı varken, tutup oryantalizmin bizlere allayıp pullayıp sunduğu batılı cadı kavramını aldık, onunla övündük ve onunla büyüdük. Evet, “küplere binmek” deyiminden bahsediyorum. Kültürümüzde, insanın kızgınlık halini anlatan bu deyim, kültürel şuurumuzda yaşayan bir inanıştan, cadı inanışından gelmektedir. Geçmiş zaman toplumlarımızda sinirlenen kişinin, yani cadının, küpüne binerek uçtuğunu bilmeden yaşadık. Çizgi filmlerimizde gösterilse “Küpe binen cadı mı olur hiç?”, diyecektik; belki de alay edecektik.. İyi mi oldu diye soracak olursanız eğer; evet, çok iyi oldu. Geçmişini âtiye taşıyacak bir semeri dahi olmayan neslin ağzında, bir asrın, yaşanmışlığın, alay konusu olmasındansa sessizce yaşanmışlığıyla unutulması daha az acı vericidir hiç şüphesiz
Uyanın!!!
Şunu bilmeliyiz ki; şuur, bize sunulmuş büyük bir nimettir. Şuurun barındırdığı toplumsal hafızada bulunan kültürel ve dini şuur, kimliğimizde hüviyyetimizi barındırandır. Yozlaşmış Saint Simoncu materyal kafalar, toplum kitlesi içinde bireysel hazlar peşinde koşturulmaya alışmışken; madde içinde toplumsal diretmeye(jakobenizm) değil, inançlarımızın kurallarına bakalım. Unutmayalım; Türk milleti, çok eski dönemlerden beri inanç şuuruyla yetişmiştir. Yani, bize ait bir kültürümüz var ve bunun getirdiği derinsel yapısalcılık var. İnançlarımız, batılın gözle görebildiğinin çok daha ötesinde beslediğimiz ve yaşattığımız değerlerimizdir.
Evet, maddecilik böyle bir şey işte… Bakın, oryantalizm/materyalizm nasılda bizleri, sizlerin içinde hapsetti. Bugün, şuurumuzu gomonlara ve günümüzün sorunu olan oryantalizme kaptırmışızdır. Beyinlerde, “niçin?” sorusunu maddeleştirerek tek tip insan yetiştirmek amaçlanmış ve özünü, milletini tanıtmadan bireysel amaçlı toplumsal diktalar, insanlara yükletilmiştir. “İyi bir dünya için…” sloganı, materyalizmin, oryantalizmle beyinlere işlenmesidir. Maddeci yapıda sorgulamak/tanımak yoktur. Maddecilikten kurtulup şuurumuzu izzeti nefsimizde kazanmak, Mevlana’nın deyimi ile, “iradeye hâkim gönüle esir” olma meselesidir. Ama bilinmelidir ki; Şems Tebriz’inin, yaşamayı en iyi şekilde anlattığı, “ruhtan hızlı binek yoktur” düsturunu bilerek şuurumuzu kavrayabilir ve insanlığın, medeniyetleri yıkıp âtiye bıraktığı hüviyetlerinin ardından giderek şuurumuza kavuşabiliriz.
Sahi, neydi anayı toprak gören? Maddeci kapitalistten sosyalizme kaçan decision making eşeysizleri mi? Kültürün, milletin özbeöz devlet babasını yapısallaştırıp toplumdan bireyselciliğe kaydıran maddeci kominizim mi ?… Yoksa, bugünün aşı yarının tasası gözüyle bakan ve hayallerini, umutlarını, elindeki son tohumla birlikte toprağa eken, anadan doğma babadan bulma toprak insanı mıydı?
Sosyalist ekol içinde toplumsal dayatma ilkeleri bulunurken derin izlenimsel tabanda, materyalizmin maddeye vurduğu şahmeranlık yatmaktadır. Yani, birey, görünürde toplumsal fedakârlığı isterken, sıfır birimde maddeci ruhiyetini aramaktadır. Bizler, bunu fark etmeliyiz. Çünkü bizler, agnostik bir bedenin parangalara vurulmuş hüviyetini taşımıyoruz; bizler, “niçin?” sorusunun, maddeleştirilerek tek tip insan yetiştirme amacına sığamayacak kadar dini ve kültürel şuurun soyut kavramlarda arandığı toplumuz. Nesiliz. Asım`ın nesliyiz… Bu prangalardan kurtulmalıyız…
Bizler, Muhammedlerin, Mehemmedlerin ve Mehmetlerin ne olduğunu bilen Asım`ın neslindeniz. Saygının, sözde değil, irabet ve irşad neslinin ruhunda vücut bulduğunu ve bu vücut buluşun, gönüle, insanlığa değer verdiğini biliyoruz. Bizler, sekuler, materyal, agno gibi kelamda, yani segmantal değil, ruhta maneviyatta, hilkatte kır`at için, segmantal ve suprasegmantal`in iç içe oluşunu göstermek için varız.