ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Sen çocuk!
Şimdilerde elinde topun, altında bisikletin; yollar senin köstebekgiller, arı maya; fantastik dünyanda hayallerin…
Veya;
Bir başka evde, bir başka köyde elinde çapan, üstünde yırtık urban; hayata erken girişlerdeki ilk öğretilerin…
Veya sen;
Bir altın beşiktesin, ağzında emziğin, üstünde pembelerin, ellinde şıngırdağınla… Ama yine de emniyette misin emin değilim. Belki de gösterişli sevgilerin oyuncağı gibisin. Hopala hopala yarışında birinci sırada olmana sakın aldanma. Aslında sen yarışın yöneticileri tarafından yönetilensin…
Hey çocuk seni tanıyorum ben! Hani şu sokağın köşesindeki simitçinin önünde mendil satansın sen yaz, kış dinlemeden. Yazın; güneşte kavruk yüzün, kışın; moraran küçük burnunla. Anlamsız bakan gözlerinle, henüz algılayamadığın bu hayata “ ben neden buradayım” der gibisin adeta.
Veya;
Bir köprü altındasın kim bilir! Veya saklanansın veya kaçan veya kovalanan… Kaçırılan, tecavüz edilen, zehirlenensin. Bilmediğin bir hayata zevkli gecelerin dürtüleriyle, sen bir hiçmişsin gibi atılıverensin.
Ve henüz o kadar küçüksün ki; sana acı veren bu dünyayı sorgulama yeteneğine bile sahip değilsin daha. Bu yüzden sadece sevgiyi bilirsin, güvenirsin, bir pembe şekerin peşinden koşup gidersin.
Ve sen giderken seven yürekler bir balon gibi söner. Gökyüzü mavisinden utanır, ormanlar yeşilinden.
Sabahların; uykusuz gözlerine geceler iner. Şiirler şarkı olamaz artık ağıtlarında. Her kulakta Rodrigo çalar hüzünlü notalarda. Sen giderken; sadece hikâyen kalır geriye, senin gibi binlercesiyle kayıp çocuklar başlık olurken. Onlar için yazdığım bu küçük öyküde olduğu gibi.
Küçük mavi topun kaçıverdi elinden, yuvalandı yamaç aşağı, sonra durdu birden. Yerdeki çamurlar daha da yuvarlanmasına izin vermemişti neyse ki. Dört, beş metre uzakta öylesine duruyordu, masmavi, onun topu. Dönüp arkasına baktı annesine işaret parmağıyla topu göstererek “ top kaçtı” dedi. Ama annesi duymamıştı. Annesinin işi vardı. Kuzuları analarıyla buluşturup emiştiriyordu. Sürmeli kuzun melemesiyle annesi, ağılın o tarafına doğru koştu; “Sürmeli gel anan burada diye seslenerek”. Annesi onu duymamıştı, dışarıda yağmur yağıyordu. Küçük ayaklar yavaş yavaş çamura bata çıka masmavi topa doğru yürürken.
Anası sürmeli kuzuyu bulup koyunun memelerinin altına koydu. Sonra kendi sürmeli kuzusunu aradı gözleri. Seslendi, seslendi… Sesi yukarılara çıkamıyor, yağan yağmurla birlikte yoğunlaşıp çamurlara düşüyordu. Ayak izlerini aradı etrafında. Hiçbir iz göremedi. Yağmur silip götürmüştü her şeyi. Sadece biraz uzakta, çamurun içinde soğuk kuyu lastik ayakkabının teki öylece, kimsesiz duruyordu. Ne bebesi vardı ortalıkta ne ondan geri kalan başka bir şey. Sürmeli kuzusu yok olmuştu adeta…
Yaşanan çocuk trajedilerine karşı gösterilen vicdani tepki o toplumun hem ilahi hem de medeniyet ölçütüdür.
Çocuklarımıza göstermemiz gereken sevgi, ilgi ve itina; rastgele değil eğitimle dizginlenen duygu ve mantık çerçevesinde şekillenmelidir.
Ve hatta…
Çocuğuna bakma yetisine sahip olmayan çiftlere çocuk yapma izni verilmemelidir.
Bu önerimin, problem çözme yeteneğinden nasiplenmemiş insanlar tarafından çeşitli dipsiz nedenlerle hor görüleceğinin farkında olduğumdan, daha onlar demagoji kalıbındaki tahmin ettiğim nitelendirmelerini art arda sıralamadan önce, cevabını top yekûn şimdiden vermek isterim.
Ulviyata bu kadar tebaa iseniz? Allah’ın bize gönderdiğini en kıymetli hediye olan çocuklarımızın değerini neden bilmezsiniz?
Tavsiyem…
Çocukların dünyasına girebilmek, onları doğru tanımak, korumak ve mutlu etmek için; bir zamanlar çocuk olan “siz”le sık sık sohbet edeniz…
Ve belki de
O bile hala; bir köşede sessiz sessiz ağlıyordur…