ÖNE ÇIKAN HABERLER |
SPOT: Her şeyin metalaştırıldığı milli ve manevi değerlerin işportaya düşürülmek istendiği bir ortamda edebiyatı solda ucuz popülist aşk gevelemelerinin pazar sahası olarak gören sağda hamasetin ve temkinden yoksun romantik tasavvuf ticaretinin malzemesi olarak gören simsar efemine kalemlerin olduğu bir ortamda Azra Sarızeybek Kohen’in kalemini daha samimi bulduğumu söylemeliyim. Zira derdi olan haşa huzurdan beşlik simit gibi kırıtmaz. Azra derdi olan- derdi hoşumuza gider ya da gitmez- bir insan. 22 Ocak’ta bu derdin bir cilvesi Gör Beni’yi bekleyenlere saygılarımı sunuyorum.
İnternette bir şair arkadaşa fazla yüklenilmesi sebebiyle kullanmıştım bu ifadeyi: “Bir insanla aynı düşünceyi paylaşmayabilirsiniz, ama bu ülke ve insanlık için bir derdi olan insanlar nadir yetişir.” Demiştim. Dert derken ben edebiyata sosyal ve siyasi görev yükleyenlerden biri değilim. Edebiyatın yegane görevi edebi olmaktır. Ama bu bütünüyle insandan ve hayattan kopmak anlamına gelmez. O zaman yukarıda kullandığımız “alternatif hayatlar” teorimizle çelişmiş oluruz. Her şeyin metalaştırıldığı milli ve manevi değerlerin işportaya düşürülmek istendiği bir ortamda edebiyatı solda ucuz popülist aşk gevelemelerinin pazar sahası olarak gören sağda hamasetin ve temkinden yoksun romantik tasavvuf ticaretinin malzemesi olarak gören simsar efemine kalemlerin olduğu bir ortamda Azra Sarızeybek Kohen’in kalemini daha samimi bulduğumu söylemeliyim. Zira derdi olan haşa huzurdan beşlik simit gibi kırıtmaz. Azra derdi olan- derdi hoşumuza gider ya da gitmez- bir insan. 22 Ocak’ta bu derdin bir cilvesi Gör Beni’yi bekleyenlere saygılarımı sunuyorum.
BENDEN ÖNCE BİR BAŞKASI YA DA MELİS AYGEN’İN MAYA’SI
Bu başlık değerli Nurdan Gürbilek’in bir kitabının ismi. Yazının ilerleyen kısmında şahit olacağınız mevzua tam oturduğu için bunu seçtim. Düzenli olarak yazılarımı takip eden okurlarımın sorularını cevaplamak için bazen İnstingram üzerinden canlı yayınlar yapmak zorunda kalıyorum. Aslında bu zorunluluk değil benim için bir zevk. Durumu zorunlu kılan sorulara köşemden ya da maillerle yetişemememdir. Akşam gazetesinden ayrıldığımı bilmeyen çoğu okur Akşam’da çıkacak yazılarımı beklemekte… Bu yüzden sosyal medya büyük bir nimet, bu sohbetlerimin sonuncusunda edebiyatın insanlara alternatif hayatlar sunduğundan bahsetmiştim. Zira tek mekânda ve bedende tek düze hayatlara sığmayan ruhlar için gereklidir bu. O sohbetin ardından gazetelerimin başına geçtiğimde rastladım sevgili Melis Aygen’in röportajına. İstanbul’da bir psikiyatris olan ana karakter Maya’nın Adya ile tanışmasıyla başlayan hikayesi asırlar içerisinde kendi mayasının birlikte yoğrulduğu tarihi şahsiyetler ve geçmiş çağlara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Romana dair röportajından anladığım kadarıyla hayata ve zamana bütünselci bir yaklaşım sergileyen “öz”e dair bu romanı, yüzeysel ve ucuz popülist gevelemelerden mürekkep abur cubur okumalardan bunalmış edebiyatseverler için bir alternatif niteliğinde. Ben evrensellik açısından kendisiyle aynı düşünsem de kendisine göre bütünselci değil de meseleye daha fazla bireyci ve fenomenolojik açıdan yaklaşan biri olarak bu kitabı hayatına anlam katmak adına kendi özdeşliğini hala bulamayanlara tavsiye ediyorum. Bu arada isimler üzerinden, bizde “düz alegori” Tanzimattan bu yana vazgeçilmez bir anlatı yöntemi… Bütün insanların geçmişteki prototipleri ile aynı mayayı taşıdığı teorisinden yola çıkan bir kitapta uzun uzun Maya ismi üzerinden tahlile gitmeye gerek yok diye düşünüyorum.
Bu “Maya” alegorisi bana Fuzuli’nin şu beyitini haztırlattı:
“Ger men men isem sen nesin ey yâr
Ger sen sen isen neyim men-i zâr”