ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Necla bir taraftan çoktandır kuaför eli değmemiş saçlarına şekil vermeye çalışırken, bir taraftan da kendi kendine söylenip duruyordu; “Neyine senin altın günü, onca işinin arasında varsın küssün dü Sibel” diyerek…
Kendine kızmakta haklıydı Necla çünkü gazetedeki köşesine yazacağı yazının konusunu bile belirlememişti hala.
Sibel’e gittiğinde şıngır şıngır bir kalabalığın içinde bulunca kendini, unuttu birden günlük işlerini, güçlerini. Öyle bir dünya ki; cennette düğün oluyordu sanki…
Pastalar, börekler, kısırlar, salatalar ye ye bitmez cinsinden donatmıştı masayı. Işıldaklı hanımlar sürekli birbirleriyle konuşuyorlardı fakat cümlelerin noktası virgülü olmadığından anlamsızlığın içinde kaybolan kelimelerin hiç birini yakalayamıyordu Necla! Çaresiz bir köşede sessizce oturuyordu öylece. Ta ki Sibel’in onu köşe yazarı diye tanıttığı ana kadar.
Görüntüleriyle kendilerini medeniyetin simgesi sanan bu kadınlar; bir yazarın karşısında bu kadarının yeterli olmayacığını düşünmüş olmalılar ki sırasıyla konuşmaya başladılar. Üstelik kurdukları boş cümlelerle onları süsleyen boncuklarının teker teker yere düştüğünü, çıplak kaldıklarını farketmeden.
“Oh be! Dün muhalefet konuşmaya başladı sonunda… İçime su serpildi birazcık ta olsa!”
Dedi; birisi…
Şekil 1: Konuşulandan habersizdi, konuşan önemliydi sadece onun için.
Bir ötekisi ne konuşulduğunu sormadan bilinçsizce atıldı hemen boy gösterme meydanına!
“Tabi canım konuşsunlar… Konuşalım burası İran değil. Modern çağda yaşıyoruz. Ne o öyle eşarplar, pardesüler, Şeriat gelicek vallahi!
Şekil 2: Bildiği tek kelime eşarp. Medeniyetin eşarpsız gelişeceğini düşünüyor.
Süslü cazibe durur mu? Bomba gibi düştü ortaya. Tüm hışmıyla, nefretiyle; dudaklarındaki kırmızı boyanın dişlerine bulaştığını farketmeksizin.
“Bazen Hitler olasım geliyor vallahi! Şu Kürt’lerin densizliğini gördükçe… Hepsi terörist, hepsi vatan haini!
Şekil 3: Tehlikeli! Kitlesel katil, üçüncü dünya savaşını çıkarabilir.
Kafasındaki cümleyi tamamlamış olacak ki bu kez şarışın mini etekli olanı, cazibenin tam tersine sakin bir tavırla, ben daha iyi biliyorum edasıyla lafa girdi. Amacı biraz da bilgiçlikte onun önüne geçmekti.
“Ya kadın haklarına ne demeli? Dün kayınpeder geldi memleketten. O namaz kılıyor diye istediğim kıyafetle dolaşamıyorum. Tarık dik dik bakıyor bana adamın karşısında şort ile geziyorum diye. Tuvalete bile giderken görünmemek için salonun kapısını kapatmam gerekiyormuş. Hayatıma tecavüz ettiklerinin farkında değil her ikisi de.
Şekil 4: Tuvalet ondan daha önemli.
Şarışın kadın şekilsellik, bencillik, edepsizlik çerçevesinde hapsettiği kadın haklarının savunuculuğuna devam edecekti ki, Sibel’in köyden gelen yaşlı annesi sessizliğini bozup kinayeli bir yüz ifadesi ile sözünü kesti onun.
“ Saygıdan zarar gelmez kızım. Saygıyla kazanılır bütün haklar” diyerek sonra da devam etti konuşmasına kendi hikayesini anlatarak.
“Yeni gelindim. Kaynana, kayınbaba, görümceler, kayınlarım hep birlikte yaşıyorduk. Onca kalabalığın ekmeğine, aşına koşmak hiç te kolay değildi doğrusu. Bir gün kaynanam ile birlikte gözleme yapıyorduk tandırda. Birden karnıma şiddetli bir ağrı saplandı. İshaldim zaten iki üç gündür. Kaynanama bunu söylediğimde öyle heyecan yaptı ki; ne yapsın kadıncağız helaya nasıl gideceğiz diye telaşlandı herhalde. Çünkü kayınbabam, Süleyman, uzaktan gelen misafirler çardağın gölgesinde oturuyorlardı o sırada. Çaresiz helaya doğru yollandık. Kaynanam beni sağına aldı görünmez tarafına. Amacı beni görünmez kılmaktı ama ne mümkün; uzun şalvarlarımız yerde sürüklenirken öyle bir toz kabarıyordu ki sanki fırtına kopmuş gibi. O kadar utanmıştım ki o toz bulutunun arasında kaybolmak istedim o an. Güç bela helaya ulaştığımızda kendimi içeri attım hemen… Ne yaptım? Rahatladım mı? Rahatlamadım mı? Anlamadım. Aklımda geri dönüş yolu vardı çünkü. Tandıra doğru yürürken kaynanam “İyi misin rahatladın mı” diye sordu. “Bilmiyorum dedim”. Hay! Demez olaydım. Ardından her ikimiz de öyle bir gülme krizine yakalandık ki kendimizi tandıra zor attık.
Demem o ki; helaya giden yolumuz uzundu bizim. Lakin; gönül yolumuz kısaydı. Saygıyla şenlendirirdik hayatımızı, çünkü bizim için yer mekan değil insan önemliydi.
Necla eve dönerken mutluydu çünkü boşa geçmemişti zamanı. İlginç topluluktan edindiği doneler ile yazı başlığını hazırlamıştı bile.
Boncuklu medeniyetin boncukları ya koparsa! Ne olur?
Bir sonraki yazımda…