ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Aslında geçen yazımda söz verdiğim gibi “SALLABAŞ” bahsine devam edecektim lakin çok kıymetli şair bir hanımefendinin sosyal paylaşımı aslında dolaylı yoldan yine bu bahisle alakalı ama biraz ileri seviyede bir şeylerden bahsetme zorunluluğunu doğurdu. Paylaşımın detayına gelmeden önce teması bana 17 Aralık sürecinde sayın Cumhurbaşkanımızın (o zaman başbakandı) Fetö elebaşına hitaben kullandığı yerinde ve aslında her mesleğe ve meşrebe sahip insanlar için geçerli bir sözünü hatırlattı. Mealen şöyle demişti. “Böyle alim olur mu? Alim dediğin insanları bilgilendirir, kitap yazar, makale yazar…” zira bu alim (!) devlet ele geçirme kumpas kurma peşindeydi. Sonra nelerin peşinde olduğunu hep beraber gördük. Ama bu ülkenin belki de coğrafyanın bir gerçeği vardı. Hakikatte bu ülkede denilen şeyi liyakati ile yapmak istemenin bile bir bedeli vardır. Ömründe konfor adına bir odada çalışma yapmak, makale yazmak, edebiyat ikliminde kendi çapında hoş ya da nahoş bir seda bırakmak isteyenlerin (fakir gibi) bu hayalinin bile bir bedeli vardır. Ben de kendisine bu bedel ödetilenlerden biriyim. Hocalarının takdiri ile akedemyada bir işin ucundan tutulması adına liyakatli görülmenin bedelini o üniversitenin sallabaşların işgali altındaki rektörlüğünün ve her devrin ve dinin müminlerinin dar kursaklığı ile o üniversiteye alınmamakla ödedim. Daha önce de belirttim fetö gitti ama sallabaşlar ve sallabaşlık her yerde… Neyse esas arz edeceğim şu: Sayın Cumhurbaşkanının bu sözlerinden yola çıkarak şunu belirtmek isterim: Tanzimat’tan bugüne edebi toplulukların kahir ekseriyeti, sözüm ona edebiyatçıların da büyük bir kısmı edebiyat dışı her sloganı ya da söylemi edebiyat diye yutturduğu i.in bugün dünya edebiyatında bir Türk edebiyatı yok. Bunun temsil ettikleri ideolojiler kapsamında tahlili çok yer ve zaman alır ama kanon merkezli sebepler etrafında ele alalım. Zira bu iş tam da kanon işi…
Türkiye’de hakiki manada özgürce edebiyat dönemin siyasi iktidarının teşvik ettiğinden yahut sözde muhalifmiş gibi gözüküp terör güzellemesinden öte geçemeyen eşkıya edebiyatını sıyırıp atarsak çok dar ve bireysel bir zeminde kalır. Zira Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında hece etrafında milli söylemlerle dolu bir edebiyat tahkim edilirken bir taraftan da birileri Dadaloğlu, Köroğlu figürleri etrafında eşkıya söylemleri inşa ediyordu. İlerleyen dönemlerde sosyalist temelli sözüm ona toplumcu gerçekçi söylemler ardından milliyetçi güdümlü destansı söylemler ve siyasal İslamcı edebiyat… Her biri konjonktüre göre devir devir ön plana çıkarıldı. Bu yüzden Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç, Nihal Atsız, Osman Yüksel, Yaşar Kemal falan filan bunların flamalaştırıldığı bir zeminde Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Oğuz Atayların sesi hep kısık kalmıştır. Sanat merkezli edebiyatın yani Cumhurbaşkanının tarifiyle “işini yapanlar”ın sesinin edebiyatta da kısıklığını Tanpınar: “Türkiye beni yedin” sözleri ile ifade etmiştir.
AK PARTİ’nin kurulduğu yıllarda “İslamcılık” tabirini reddettiğini bunun bir meslekmiş izlenimi verdiğini ima eden dönemin kurucu lideri ve genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan o dönemlerde siyasal İslamcılığa mesafeyi baştan koydu. O zamanlar pusuda bekleyen bu kanonculuk FETÖ kalkışması yüzünden boşalan kadroları bir kanser hücresi gibi sarınca edebiyatta da ipleri eline almaya çalıştı. (Her kurumda olduğu gibi) Bu edebiyatın en önemli hususiyeti teoride bilgi ve birikime sahip, dünyayı tanıyan eleştirmen kadrosuna rağmen sanat metinleri açısından kısır olmasıdır. Diğerlerinde de durum tam tersidir.
Velhasıl kainatın boşluk kabul etmez gereği olarak “yedi güzel” kaynaktan beslenip apar topar bir İslamcılık edebiyatı kanonu oluşturma çabaları da tutmadı. Bunun edebiyat tarihinde yegane belgesi HECE dergisinin başına gelenlerdir. Öncelikle haberi hatırlayalım. Star gazetesinin haberine göre işin aslı şu:
“Hece Öykü dergisinin Şubat 2018 sayısında Kemal Gündüzalp’in kaleme aldığı 2017 yılında Yayınlanan Öykü Kitapları başlıklı yazısı edebiyat çevrelerinde ve sosyal medyada tepkiyle karşılandı. Bir edebiyat dergisinde ilk kitaplara ilişkin kaleme alınmış bir yazıda bu kadar rahatsızlık uyandıran şey, yazıda konu edilen kitaplardan birinin Selahattin Demirtaş’a ait oluşu ve Demirtaş’la ilgili övgü dolu cümlelerdi. Dergide geçen yıl ilk öykü kitabı yayınlanan yazarlarla ilgili değerlendirmelerde bulunan Kemal Gündüzalp, “Kısa bir ayraç da Selahattin Demirtaş’ın yayımlanan ilk öykü kitabı Seher için açmalı” diyerek başladığı bölümde terör yandaşı Demirtaş’a övgüler sıraladı.”
Durum bu. Başta şunu belirtmekte fayda var: Bir yayım organı bir dönemlik veya anlık hatası yüzünden bütün bir geçmişi ile hapsedilemez. Zira dergi geçmişi itibariyle Hüseyin Su döneminde edebi anlamda çok büyük işlere hem de dergiden öte eser düzeyinde imzalar atmıştır. Bugün belli çevrelerce tanınmaya başlayan ve sessiz ama sağlam adımlarla gelen Elif Nuray, Hüseyin Atlansoy, Senem Gezeroğlu, Hasibe Çerko gibi isimlerin yolunun düştüğü bir dergidir. Ama hangi siyasi cereyan olursa olsun az temas etti mi? Edebi nitelik bakımından girdiği yeri kurutuyor. Derginin geçmişi ve bu kıymetli isimlerden bağımsız olarak diyorum ki Siyasal zeminde dişini sıka sıka konjonktür gereği milliyetçi bir duruş sergileme derdinde olan siyasal İslam, anlaşılan edebi düzlemde siyasetteki kadar da dayanamadı. Karamanda milliyetçi bir gurubun tepki gösterip binalarına Türk bayrağı asmaya gelmeleri durumunda binasının içine Türk bayrağı asan İslamcı vakfın halinden farksız bu hale İslamcı edebiyat fazla dayanamamış olacak ki: neticede çanak çömlek patladı. Bunu da edebiyatın sezgisel ve samimi atmosferine vermek gerek diye düşünüyorum.
Şunu anlamalıyız böyle bir zamanda “çelebiler çekilip haremlerde kışlasın” demiyorum. Ama işin formülü ve dozu şöyle olmalı:
İslamcı, Atatürkçü, ulusalcı, milliyetçi, ülkücü, sağcı, solcu, sosyalist, devrimci edebiyat yoktur ama bütün bunlar edebiyat içinde vardır. Aksini iddia etmek sizi siyaset bahçesinde oynayıp da elindeki kısa çöpü edebiyat çemenine sokmaya çalışan şımarık çocuk durumundan öte götürmez. Ne diyelim Allah herkesi bu hallere düşmekten korusun. Siyasete yedi güzelleme de yetmiş güzelleme de yapsanız, siyasetin kalbi olmaz.