ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi olmasının yoğun iş gücüne ve denetimsiz sanayiciliğe bağlı olduğu malumunuz. Çin toplumu bu asırda hava kirliliğinden dolayı maske ile gezer, maske ile yaşar olmuştur. Klasik televizyonculuğun belgesellerinde insanların kanserden değil hava kirliliğinden dolayı maske taktığını yıllar yıllar sonra öğrenmişizdir.
Sözü şuraya getirmeye çalışıyorum. Hava kirliliğinin en fazla olduğu eyaletlerden biri Wuhan. Virüsün herhangi bir hayvandan geçme olasılığı, hava kirliliğinden daha düşük.
Çin komünist partisi çıkıp dese, bu hastalık hava kirliliğinden peyda oldu. Demez de dedi diyelim. Ne olacak. O Çinli gidip fabrikada, o pis ortamda çalışır mı. Çalışmaz, dağa çıkar eşkıyalık yapar. Hayat, ideolojiden daha değerlidir. Bu bahisle Corona çevresel şartların kötülüğünden doğan bir virüstür.
Bu virüsün sınırlara veya Türk insanına karşı bir zaafiyeti yok. Antarktika haricindeki her kıtada varsa, Avrupa da yüzlerce belki binin üzerinde vaka varsa, İran’da binlerce vaka varsa, çevremizdeki hemen her ülkede görülüyorsa ve bunlara da yine bizim irtibat halinde olduğumuz ülkelerden yayılıyor ise, Gürcistan ve Nijerya örneklerinde, ülkedeki vaka Türkiye’den geçerek seyahat etmiş birisi ise, bu virüs ya gelmiştir, ya da gelmek üzeredir. Tristan’da Cunha’da falan yaşamıyoruz, dünyanın göbeğinde yaşıyoruz.
Corona salgınının çok ciddi toplumsal etkileri olacak…
Eminim ki felaketin ilk zamanlarında “neden geç kalındı!!!” diye azar çeken bazı insanlar, bu virüsün etkisi azalıp da gündemden düştüğünde bu sefer de “bu kadar yaygara koparmaya gerek var mıydı” diyecekler. Çin çıkardı, İsrail yaptı, Abd’nin işi, dünya nüfusunu azaltmak istiyorlar diye komplo teorisi yazanları bu sefer “bilerek yaygara kopardılar” “maske lobisinin işi” falan derken bulacağız.
Tabi onlar çok da umurumda değil, adamların işi bu. Ama artık insan nüfusu, tehlikeli boyutlara ulaştı. Öte yandan çok hızlı mobilize oluyoruz, dünyanın bir ucundan diğer ucuna rahatlıkla geçiş yapabiliyoruz artık. Doğal olarak bu tarz salgınlara karşı daha hassas durumdayız.
Fakat asıl dilemma şu ki, hem bir yandan birbirimize çok sıkı sıkıya bağımlıyız, hem de uluslar, kültürler, dinler arası hasmane duygular yükselişte. Avrupalı, Çin’liyi her bir boku yemekle suçluyor, müslüman Avrupalıyı temiz olmamakla suçluyor, Amerikalı müslümanı sürekli kendi kıtasına göç etmekle suçluyor… Bu tarz kriz anlarında zenofobinin yükselmesi beklenmedik bir şey değil elbette ama bir taraftan da dünya artık bunu kaldırabilecek bir dünya değil. Bundan iki üç asır önce bir şehrin karantinaya alınması dünyanın geri kalanını ne kadar etkileyebilirdi ki? Ama şimdi bütün dünyanın rutini bozuluyor, ekonomik işleyiş çok ciddi yara alıyor, sosyal hizmetler tekrar sorgulanıyor…
Ama temennim o ki, insanlık bundan ders çıkarır kendisine, anlamsız tartışmaları körüklemektense. Doğanın hala bir parçasıyız ve ona hükmetmeye çalışmaktansa onunla uyum içerisinde yaşamanın yollarını üretmeliyiz. Bakteri gibi üreyerek, sürekli doğal kaynakları tüketerek, kar hırsıyla yarın yokmuşçasına çevreyi tahrip ederek olmayacak bu iş. Corona virüs olur, su kıtlığı olur, iklim değişikliği olur… Ama bir şekilde neslimizi tehlikeye atacağız böyle giderse.