ÖNE ÇIKAN HABERLER |
Hüseyin Cemil Meriç, Türk yazar, çevirmen ve düşünür. Başta dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırma yapmış ve yazılar kaleme almış bir düşünce adamıdır.
Doğum tarihi : 12 Aralık 1916, Reyhanlı
Ölüm tarihi ve yeri : 13 Haziran 1987, İstanbul
Eş : Fevziye Menteşoğlu (e. 1942–1983)
Defin tarihi ve yeri : Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul
ÜSKÜDAR KARACAAHMET’TE CEMİL MERİÇ İLE RÖPORTAJ
–Cemil bey merhabalar. Nasılsınız? İyi misiniz? Röportajımı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Şeref duydum.
-Hoş geldin evladım. Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydınlığı kadar olacaktır. Ve yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler var. Bu yüzden ölüyüm. Çok iyiyim.
-“Hayat herkesin yaşadığı ama kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı bir komedya” diyordunuz. Sizi anlıyorum. Sizi hayatta iken Cemil Meriç yapan neydi? Kendinizden biraz bahseder misiniz?
-1940 yılında İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümünde, Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördüm. İkinci Dünya Savaşı yüzünden Fransa stajına gidemedim. Sonraki yıl İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladım. 1942'de eşim Fevziye Hanım’la evlendim. 1942 ve 1945 yılları arasında mecburi hizmetimi Elazığ Lisesi’nde yaptım. 1945'de oğlum Mahmut Ali, 1946'da kızım Ümit dünyaya geldi.
İstanbul'da 1952 ve 1954 yılları arasında Fransızca öğretmeni olarak çalıştım ve daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Yabancı Diller Okutmanlığı görevinde bulundum, Sosyoloji bölümünde dersler verdim. İleri düzeyde Fransızca biliyordum. İngilizceyi anlıyor Arapçayı ise söküyordum.
Gözlerimdeki miyop rahatsızlığının artması sonucu 1955 yılında görme yetimi kaybetmemin ardından, önce Cerrahpaşa sonra Paris'te Kenzven Hastanesi'nde yapılan ameliyatların başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, çalışma ve üretme temposumu asla düşürmedim. Talebelerimin de yardımıyla çalışmalarımı sürdürdüm. 1964 yılında Batı düşüncesinin karşısına Doğu'yu çıkaran, Asya düşüncesinin önemini vurgulayan "Hint Edebiyatı" eserimi yayımladım. Eser, "Bir Dünyanın Eşiğinde" başlığıyla iki kez daha basıldı.
Gençlik yıllarımda Fransızcadan Honore de Balzac ve Victor Hugo tercümeleri yaptım. Yirminci Asır, Yeni İnsan, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş gazete ve edebiyat dergilerinde yazılarım ve çevirilerim yayımlandı ve Hisar dergisinde "Fildişi Kuleden" başlığı ile sürekli denemeler yazdım. 1984 tarihinde beyin kanaması geçirdim. Aynı yıl içerisinde bir de felç geçirdim ve 13 Haziran 1987 tarihinde öldüm. Tüm yaşamım boyunca asla azmi elden bırakmadım. Gözlerim aklımın çalışmasına asla engel değildi. Gözüm olmayınca ellerim, o da olmayınca ayaklarım, o da yoksa aklım her istediği yapabiliyordu. Bedensel yorgunluğu ve hastalığı asla yazın hayatıma engel tanımadım. Böylelikle Cemil oldum.
–Hayatınız boyunca düşündünüz ve düşündüklerinizi cemiyete sundunuz. Özgün bir fikir adamıydınız. Sizi sevenler sizi siz olduğunuz içi sevdiler. Hep sevecekler. ‘İdeolojiler, idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir!’ diyordunuz. Neydi anlatmak istediğiniz.
-Bu benim manifestomdu. Haykırdığım dönem ‘Allah’ diyenlere gerici diyen okur-yazarlığın seviyesiz olduğu bir dönemdi. At gözlüğü takmış insanların seviyesiz ideolojilerden sıyrılıp, salt sevgiye yapışması gerekiyordu.
–Yaşamınız boyunca ben yerliyim diyordunuz. Evet, sen bizden değilsin diyen dinleyicileriniz, yol arkadaşlarınız da vardı. Ne demek istiyordunuz?
-Batı’ya özentim yoktu. Onları göğe çıkarmadım. Türk’tüm ve Osmanlı’dan, nesilden nesile aktarılan ruha saygı duyuyordum. Kendimdim ve bir başkası olmaya çalışmadım, özenmedim.
–Kominist bir yaşamdan mı İslam’a döndünüz?
-Evet. En yakın arkadaşlarım kör kütük komünisttiler. Ama ben döndüm. İslami kültürüm nakıstı. Gözüm açıkken kalbim kördü. Allah gözümü kapattı, kalbimi açtı. Ben mümindim. Komünistlere karşı en müessir kalemdim.
–Gözünüz görmeden nasıl yaşadınız? Zor olsa gerek.
-Psikolojik olarak iyi değildim. Buhranlar görüyordum bazen. Göz çok büyük bir nimet, bunu anlıyordum. Bu süreçte yapmış olduğum kırgınlıklar yanlış yazımlar ve atıflar varsa da hepsi için üzüldüğümü belirtmek isterim.
–Şu an hayatta olsaydınız nasıl olurdunuz? Neler yapmak isterdiniz?
-Ben çok acı çektim. Tüm bu acıları sen de başkalarına benze diye çekmedim. O kadar yalnızdım ki karanlıklardan iblis elini uzatsa minnetle sıkardım. Her şey aldatıyor insanı dünyada. Bir şey var ki aldatmayan, o da mutlak güzel. Fakat yok artık mutlak güzel. Yaşıyor olsam tarihimizin çözülmemiş mührünü çözerdim. Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifriti ortadan def ederdi. Sol ve sağ. Bütünüyle haysiyet olan kelamı yayardım. Allah’ın ipine sımsıkı tutunurdum. Ama öldüm. Ama gittim. Kaderimin hatalarını düzeltiyorum şimdi. İyi ki öldüm.
–Geride kalanlara ne söylemek istersiniz peki?
-Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları tek bir insanın kanını akıtmaya değmez. Düzgün bir insan olmak, samimi bir Müslüman olmakla başlar. Kendinizi tanıyın. Bu marifetlerin marifetidir. Kitap okuyun. Kitap zekâyı kibarlaştırır.
–Çok teşekkür ederim. Sizi daha fazla yormak istemem. Tekrar tekrar teşekkür ederim size. Kabriniz nur dolsun…
“Murdar bir hal'den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir.”
Cemil Meriç
Röportaj / Yiğit Caner Ertoşi