Can Yücel’in Ölmeden Önce Son Röportajı | BCA Times




  ÖNE ÇIKAN HABERLER

Can Yücel’in Ölmeden Önce Son Röportajı
Eklenme Tarihi: 23 Aralık 2017, Cumartesi 04:00 - Son Güncelleme: 23 Aralık 2017 Cumartesi, 04:01
Font1 Font2 Font3 Font4



Can Yücel’in Ölmeden Önce Son Röportajı
Türk şiirinin önemli isimlerinden Can Yücel, 1999 yılının pek sıcak 12 Ağustos günü hayatını kaybetti. Usta, ölmeden önce yaptığı son röportajını Datça’da eşiyle yaşadığı köy evinde vermişti. İşte en önemli satır başları.

Datça'ya kaçışın sebebi nedir?

Önce Marmaris'e gelmiÅŸ, buraya da uÄŸramış ve beÄŸenmiÅŸtim. Sonra Marmaris'ten de ayrıldık ve Ä°stanbul'a yerleÅŸtik. Ä°lk olarak aÅŸağı yukarı 10 sene önce geldim. Biraz param vardı ve buralar o zamanlar ucuzdu. Parayı denkleÅŸtirdik ve bir ev aldık. Tamir ettirdik. Ä°stanbul da sıktı zaten. Havası bozuldu, tadı bozuk.

 

Artık Kuzguncuk, Üsküdar yok mu?

Ä°stanbul'un pek keyfi kalmadı. Buralar daha iyi. Orası daha bir bozuk. Eski Üsküdar, Sultantepe, Selamsız böyle deÄŸildi. Ä°lk olarak iskele tarafı elden gitti, sonra Balaban malaban da gitti. Hem fazla kalabalık. Zaten ÅŸimdi bir b.k da kalmadı. Kitapçı kalmadı, meyhane de kalmadı, hiçbir ÅŸey yok. Arasan bile kitapçı bulamazsın.

 

Ä°nsanlar "ÅŸu iÅŸe girdim, ÅŸöyle yaptım" diye otobiyografilerini yazıyorlar. Oysa siz bir otobiyografi yazmadınız. "Ben bunu hissettim, ÅŸu ÅŸekilde duyumsadım" dediÄŸiniz ÅŸeylere vücut verdiniz. Åžiirleriniz için ruhunuzun otobiyografik fasikülleri diyebilir miyiz?

Her yazı parçasının öyle olduÄŸunu kimse söyleyemez. YaÅŸadığım ÅŸeyleri yazdığım doÄŸru. Ama doÄŸrudan doÄŸruya, mutlaka onları yazmak diye bir ÅŸey yok. Farklı konularda da, o an için hissettiÄŸin, inandığın baÅŸka bir durum hakkında da yazabilirsin. Ama genel olarak ÅŸiirlerimin yaÅŸadıklarımdan çıktığı yadsınamaz. Åžiir hayattan çıkar. Ama günübirliÄŸine çıkan bir olay vardır, bir durum vardır. Sizi etkiler. O zaman öyle hisseder öyle yazarsınız. Åžiirin temelini tabii ki yaÅŸadıklarımız oluÅŸturur.

 

Yazdıklarınızla yaptıklarınız hep benzeÅŸti. Åžiirlerinizde varolan saldırganlıkla "kavlinizi hep fiilinizle ispat" ettiniz. Aynı anarÅŸist, dürüst ve içten gelen tepkiyle yaÅŸadığınızı söyleyebilir miyiz?

Bu büyük bir iddia olur. Aslında benim için biraz "höt be höt" bir adam denir. Yoksa nerede öyle yazdığı gibi yaÅŸayan, yaÅŸadığı gibi ÅŸiir yazan adam. Bu büyük iddiadır. Fazla "zartası zurtası" olmayan bir adam olduÄŸumdan belki, benim için bu lâfı söylemek yerinde olabilir. Bu iddia bende biraz yerini buluyor olabilir. Ama her zaman deÄŸil. Hele böyle Türkiye gibi bir yerde, her istediÄŸini, inandığını söyleyen adamı yaÅŸatırlar mı?

 

EttiÄŸiniz bir lâf için hiç piÅŸman oldunuz mu?

Ben genel olarak piÅŸmanlık duymam. Hatta buna bir de lâf taktım; "Ben piÅŸmaniye yemem" diyorum. Ama yine de biz yazar çizer takımı aÅŸağı yukarı hukuku bilmek zorundayız. Başımızın belaya girmemesi için gerekli bu. "Bu lâfın ucu nereye çıkar" diye düÅŸünmek zorundayız. Sözlerimizin nereye gideceÄŸini iyi hesaplamamız, kanunları iyi bilmemiz gerekir. E, zaten bunca senedir öÄŸrendik bu boku. Fakat yine bütün tedbirleri almana raÄŸmen dil açık verebiliyor. Hatta bir davamda hakimin birine dedim ki "Hakim bey, ben kendimi yarı yarıya sizin gibi hukukçu zannediyordum. Bu sözden de beni ÅŸubeye çekeceÄŸiniz hiç aklıma gelmiyordu. Ama siz benden daha iyi bir hukukçuymuÅŸsunuz. Buldunuz ya bunda bir suç unsuru." EÄŸer canın suç bulmak istiyorsa arayınca bulursun. Arayınca diyorum ama.

 

 

Peki söylemediÄŸinizden piÅŸman olduÄŸunuz, ÅŸu lâfı ÅŸurada yapıştırmalıydım dediÄŸiniz durumlar gerçekleÅŸti mi?

O iÅŸi yıllardır öÄŸrendim. Yerini buldum mu lâfı yapıştırıyorum. O konuda bir eksikliÄŸim yok. Ama aslında onun dışında dilimin ucuna gelip de söylemediklerim var. Hatta ÅŸimdi bu tükürük bezleri aÄŸzımı kuruttuÄŸundan dolayı iyice sıkıntı çekiyorum. Karşıma yüzüne tükürülmesi gereken herifler çıktığı zaman tüküremiyorum. Böyle eksikliklerim var.

 

Sizin ve ÅŸiirinizin asıl besin kaynağı neydi? Sol mu sizi besledi, bir marangozun çalışması, bir balıkçı teknesi?

Genel olarak sadece babam deÄŸil bütün ev "harbi" konuÅŸurdu. Zaten Ä°stanbul lehçesini nedense pek kibar bir lehçe diye tanırlar. Halbuki deÄŸil. Ä°stanbullu ince ince küfürlü konuÅŸur. En kibarları saraylılardır. Onlar bile icabında küfür eder. Biz evde rahat konuÅŸurduk, babamın arkadaÅŸları gelirdi onlar da öyle konuÅŸurdu. Benim dostlarım, ÅŸairler de, ressamlar da öyle. Hepsi küfür eder, düÅŸündüklerini harbi harbi söyler. E, onlarla konuÅŸa konuÅŸa ben de kaptım bir ÅŸeyler tabii. Türkiye'de insanlara tanınan özgürlüklerden kala kala bir küfür etme özgürlüÄŸü kaldı. Onu da elden kaptırdın mı geriye bir ÅŸey kalmaz. Onun için sıkı durmak lâzım. "Küfür etme özgürlüÄŸüne sahip çıkmak lâzım." Ele vermemek lâzım.

 

Babalar soyadlarının devamını görmek için erkek torun isterler. Siz babanız eski milli eÄŸitim bakanı Hasan Ali Yücel'e bir torunun ömrüyle kısıtlı kalmayan bir soyadı devamı ÅŸansı verdiniz. Åžiirleriniz bir erkek torun mu?

Bu çizgide ne yapmışsak memnunum. Babamı severdim, sayardım. Onun için ne yaptıysam deÄŸer yani. Daha sonraki aile fertlerimiz de iyi çıktı. Ressamı çıktı, balıkçısı çıktı, doktoru çıktı. Torunlarsa bela. Belki bütün büyükbabalara, büyükanalara konuÅŸulduÄŸu gibi aralarında "Bizim Ali Bey var, Deli Ali Bey. Åžunu demiÅŸ, bunu demiÅŸ" tarzı konuÅŸuyorlardır. Geçen gün bir tanesi, "Cumhuriyetin 75'inci yılı oldu. Bu süper cumhuriyeti ne zaman bitireceksiniz" demiÅŸ, gülmekten öldüm.

 

Peki kendinizi başarıyla anlattığına inandığınız bir şiiri tamamlayınca ne hissediyorsunuz?

Memnun oluyoruz tabii. Bir ÅŸey baÅŸarmanın gururu ve sevinci ekleniyor. Bir de üslûplu bir ÅŸiirim olduÄŸu için "Åžu ÅŸiirim ÅŸu dile mi kaçmış, falanca ÅŸairden biraz etkilenilmiÅŸ gibi algılanır mı" diye ben de kendi kendimi oturup eleÅŸtiriyorum. Bir ÅŸiiri yazdıktan sonra da bir sürü çaba harcıyoruz. EÄŸlenceli ama. Åžiir eÄŸlenceli, keyifli bir ÅŸey.

 

 

 

Çocukken en büyük düÅŸünüz neydi?

Çocuklar "ÅŸu meslekten veya bu meslekten olacağım" diye düÅŸünür, hayaller kurar. Ama bu bende olmadı. Yalnız ailem öÄŸüt verdi, babam öÄŸüt verdi. Babamın üretkenliÄŸini ben de hissetmiÅŸ olabilirim. Kendimi böyle geliÅŸtirmiÅŸ, belki bundan etkilenmiÅŸ olabilirim. Eski Yunanca ve Lâtince okudum. Sonuçta politika molitika falan üçkağıda dönmüÅŸ. Åžimdi ondan da olmadığıma memnunum. EÄŸer bir partiye falan girseydim, kimbilir kaç kere kovulmuÅŸtum. Her seferinde yeniden kovarlardı.

 

Son ÅŸiirlerinizden "Requiem"de, yarım yaÅŸandığına bin piÅŸman olunan, yarım kalan bir hayattan bahsediliyor. Ölümün ihmal edildiÄŸinden dem vuruluyor. Bu yarımlığın sebebi ne? 

Yarım kalan ÅŸu ki; insan yaÅŸarken yaÅŸamın kurallarından biri olan ölümü unutuyor. Mesela Fazıl Hüsnü'nün bir ÅŸiiri vardır: "Kimse getirmiyor aklına ölümü" diye. Bence ölüme de temas etmeli. Ä°nsan yaÅŸarken her zaman hatırlamalı ölümü. Bu bir bilinç meselesi. Aynı zamanda insanın hayatına aslen keyif katıcı bir ÅŸey. "Ölmek için yaşıyoruz" demek daha keyifli. Çünkü ölümü unutmaman, yaÅŸama, yaÅŸadığın ana daha fazla sahip çıkışını getiriyor peÅŸi sıra. Bundan ötürü, ölümle beraber yaÅŸamanın verimli bir hayat tarzı olduÄŸuna inanıyor ve öyle yaÅŸamamanın yarım yaÅŸamak olduÄŸunu iddia ediyorum. Ä°nsan ölümle bitiÅŸik yaÅŸarsa, bu ölüm korkusu daha fazla yaÅŸama sahip çıkmaya yol açar. Daha "tam" yaÅŸamayı saÄŸlar. DüÅŸünmemeyi eksiklik hissediyorum. Sonunda hiç ölüm yokmuÅŸ gibi yaşıyor insan.

 

Hiç kesinleÅŸmiÅŸ cezanız var mı? 

Son iki davam vardı. Bir tanesi Demirel'e bir lâf söylemiÅŸim. Onu inceliyor Yargıtay. Son geliÅŸmeye göre Asliye Ceza 14 ay vermiÅŸti. Yargıtay'ın bir uyarısı olmuÅŸtu. Onlar da bu uyarıya yarı yarıya uymuÅŸlar. Yine 14 ay vermiÅŸ, ama tecil etmiÅŸler. Ondan sıyırırız. Åžimdi bir de baÅŸka davam var. Uzadıkça uzadı, ben de peÅŸini bıraktım. "Meryem Ana"ya sövmüÅŸüz. Gittik kendimizi savunduk, aÅŸağı yukarı iki sene oldu. Valla ne oluyor bilmiyorum. Takip etmeye olanak yok. Bir bilirkiÅŸi geliyor, sonra ondan vazgeçiliyor, baÅŸka biri geliyor. Ne olacak, ne oluyor belli deÄŸil.

 

Son dönem ÅŸiirleriniz, edebiyatın yanısıra bir doktorun yaptığı bir deneyin aÅŸamalarını teybe okuyor gibi. Daha deÄŸiÅŸik daha karamsar bir dil kullanılıyor.

Hastalıkla doÄŸrudan doÄŸruya iliÅŸkisi var. Hastalık baÅŸka bir ÅŸey. "Hastalığın sonucu ölüm olsa bile, seyri bambaÅŸka bir ÅŸey." Acısı, ateÅŸi var, sana bakanların haklı olarak sana verdikleri duygusal acı var, iÄŸneler var, ameliyatlar var. Var da var. Hastanede bir sürü hastayla beraber yaşıyorsun. Çok da uzun sürerse hastalık bir hayat tarzına dönüÅŸüyor. Başıma gelen neyse onu daha iyi anlamak için çaba gösteriyorum: "Urartulu bir ur." Her ÅŸey konu oluyor da hastalık niye konu olmasın!

 

Hastalığı irdelemek…

Hastalığın girdisini, çıktısını, siyahlığını, aydınlığını irdelemek gerekir. Mesela 16'ncı yüzyıl Fransız yazarı Montaigne'nin "Denemeler" adındaki eserini okursanız… Oh-hooo. Kitabın yarısı hastalık ve ölüm hakkında. Adam neÅŸeli bir herif aslında, ama safra kesesinde taÅŸ varmış. Ameliyatlar da o yüzyılda kolay deÄŸil. Doktorlar da söylüyor zaten, bu taÅŸ aÄŸrıları, safra kesesi aÄŸrıları "çok bok" aÄŸrılar. Sinirlere dokunuyor, sistemi bozuyor. O dönemlerde aÄŸrı kesici ilaçlar da geliÅŸmemiÅŸ. Adam aÄŸrı içinde "o kaplıca senin, bu kaplıca benim" dolaşıyor. O, hastalıkla yaÅŸamayı öÄŸrenmiÅŸ. Ama bu da demektir ki; eÄŸer canım yanıyorsa aÅŸağı yukarı yaşıyorum.

 

Peki eÅŸiniz Güler hanım? Yıllar önce "Güler beni bırakıp gittiÄŸinde, bütün ışıkları yakıyorum, yarım deÄŸil bir kalıp peynir alıyor, 35'lik deÄŸil, yetmiÅŸlik rakı sipariÅŸ ediyorum. Gören düÄŸün var sanır." diye bir ÅŸiir yazmıştınız. Nedir bu hafif çaplı üçkağıtçılık? 

Güler iyi. O dönemler ben fazla kafa çekiyordum, o da kızıp gidiyordu. Adet haline getirmiÅŸti. Senelik izin gibi bir hale dönmüÅŸtü onun gidiÅŸleri.

 

Halen duyduğunuz bir kaygı var mı?

Para kaygısı hep oldu. Babamdan zaten hiç bir ÅŸey kalmadı. Ben ÅŸiirlerimle idare ettim hep. Åžimdi vaziyetim biraz daha iyi. Kitaplarım satıyor, ev kirası vermiyoruz. Yani karnımızı doyurmak açısından bir sıkıntımız yok. Åžu günlerde paraca sıkıntı çekmiyorum.

 

Neden hep underground dergiler, yayınlar? "Piyasa olmak"tan hep kaçındınız.

Yok be anam, baÅŸtan beri hiç yazdırmıyorlar ki. Benim yazdıklarım hep Dev-Yol'un Demokrat gazetesine, Ä°ÅŸçi partisinin yayınına falandı. Yasaklı ne kadar organ varsa orada yazdım. Geçenlerde çok sevdiÄŸim bir gazeteci dostum ölmüÅŸ. Cumhuriyet Gazetesi'ne bir yazı yazdım. Ä°lhan Selçuk ilgilenmiÅŸ. SevmiÅŸ de yazıyı, bana telefon ediyor: "Yahu," diyor "Bizim gazeteye yazman için birimizin ölmesi mi lâzım." Ben de aÄŸzımı açıp bir ÅŸey söylemedim hani, "Bize yaz dediniz de yazmadık mı" diye.

 

Mahkemeler ikinci adresiniz gibi…

Biz hep damgalı adam olduk. Ben hayatım boyunca muhalif yaÅŸadım. Devlet ve herkes beni menfi diye belledi. Onun için "kan grubum rh negatif." Onun için düzenle birbirimize kan alıp veremiyoruz. Neyse ki çocuklar rahat büyüdü. Hasta masta olmadılar. Bu ana – baba için normalde büyük derttir ama biz kolay atlattık. Ağır hapisler yedim, iki sene askerlik yaptım. Mahkemeler yordu beni. Ä°ÅŸsiz kaldık. Ä°ÅŸsiz kalmanın da kendine göre derdi var. Hiç tanımayacağın adamları tanıyor, yapmayacağın iÅŸleri yapıyorsun. Sonuçta yine de kendi içimde, ruhumla barışık ve keyifli yaÅŸadım.

 


Bu haberlerde ilginizi çekebilir!