ÖNE ÇIKAN HABERLER |
2009 Ağustos’u idi. Polatlı Topçu ve Füze okulundan meyil iznimi almış Konya’ya ailemin yanına gelmiştim. Okuyacak kitap kalmamıştı ve beş on gün sonra yeni görev yerim olan GATA-SAMYO’ya gidecektim. Ağustos sıcağında yirmi sekiz gün üç aya bedel ağır bir eğitimden sonra gazeteyi saymazsak ilk defa doya doya elime matbu bir nesne alacak olmamın verdiği hevesle Konya Rampalı çarşıya gittim. Eski Konyalılar oraya “Sahaf” der. Ama Osmanlıca matbu bir eser bile bulunmaz genelde ikincielcilik yapan esnafların olduğu kapalı bir çarşıdır orası. (yaklaşık on yıldır gitmiyorum şimdi ne vaziyet kesp etti onu da bilmiyorum.) Kalbur altı kitaplara çok para vermemek için genelde oraya giderdim. O sıralar piyasa kitaplarda mevlanacılık şemsçilik modasının başını Elif Shafak çekiyordu. ”Aşk” romanı ile. Ahmet Ümit’in polisiye romanı Bâb-ı Esrar’ın yarattığı rüzgarla “sürümden götürmek” için yazmış ama tarihçilerin çok eleştirisine maruz kamıştı. Aradığım kitaplar arasında onu gören tezgahtar, tezgahın altından Sinan Yağmur imzalı bir kitap çıkarmış, onun da okuduğum tarz kitaplardan biri olarak önüme koymuştu. Zoruma giden tezgahtarın tarzımla ilgili çıkarım yapan ukalalığı/uyanıklığı değil de beni müdavim piyasa okuru seviyesine düşürmesiydi. Gevezelik bununla bitmemişti elbette. Yazarın “Konyamız”da yaşadığından tut da bir sürü meziyetini sayarken ben kapının dışına ilk adımımı atmıştım. Velhasıl mezkur ismi öyle duydum. O kitabının adını bilmem de “AŞKIN GÖZYAŞLARI” nı bilirim. Yo okumadım. Zinhar okumam da. O kadar lüzumsuz vaktim yok. Hala kitaplığımda bekleyen o kadar sosyolojik, felsefi, kuramsal eserler, nitelikli şiir ve romanlar dururken buna hiç vaktim yok. Hele bir de vatandaşa (en masum tabirle) pazarladıktan sonra sosyal medya hesabında arabasının makam koltuğuna gömülüp son ses arabeski açıp sigarasını tüttürürken verdiği pozun videosunu gördükten sonra, içi riya dolu “dindar ama bir o kadar da cahil kadın avlamaya matuf” ucuz tevriyeli, bir üsluba tahammül edemem. Ona da tasavvuf diyemem. Kapağındaki fotoğraftan dolayı cinsellikle suçlanan Azra’nın (Kohen) satırları bana daha namuslu geliyor. Hiç yoktan psikoloji adlı bilimsel bir sandalyeye oturtmuş ifadelerini. Neyse mevzu bu değil. Yıllar sonra bu mübarek isimden bahsetme nedenim başka. Derin ve bas tonda ses verip inşallahlı maşallahlı nağmeler çeken ne sesler bilirim radyo mikrofonlarında. Ertesi gün kocası ya da abisi evde olmayan evlerinde bulursunuz onları, aşkı heceleyerek okudukları müslümanımsı aşk romanlarının piri Ahmet Günbay Yıldız’dan ya da dizilerden bilen koncaların koynunda. İşte mezkur yazar da kadınlara fısıldayan sadırların değil lakin satırların yazarı olması itibari ile bu taifedendir.(Şuraya buraya girip girmediğini bilemem lazım da değil ben üsluptaki tüccarlığı kast ediyorum.) Heyhat ki o piyasanın ciğerini bilirim. Anlı secdeye değmemiş ne başlar vardır yücelerden inleyen. Bana ne! Doğru ben de “alan razı veren razı” makamında “bana ne” dedim. Ta ki hazretin memleketimde işleri rast gitmemiş olacak ki sosyal medyadan Konyalıya matuf imalı sözlerinden sonra. Ne mi dedi mübarek?
Okurların Konya’da imza günlerinde kendisinin neden olmayacağını soranlara önce yetkilileri ve yöneticileri suçlayan ifadeler kullanıyor. Ardından Konya’da olmaktansa Türkiye’de başka seksen vilayette olmaktan bahsediyor. Sonra hazret şöyle devam edecek:
“…Muhiddin Arabiyi kovan, Şemsi öldürmek isteyen, Mevlana’yı inciten zihniyetler ile günümüz medyatik gösteriler adına icraatlar peşinde koşanların ne farkı var ki!”[1]
Şemsi kim öldürmek istemiştir? Muhiddin Arabi’yi kim kovmuştur? Zihniyet kimin zihniyetidir? Konya’yı yönetenlerin mi Konyalıların mı? Eğer o zihniyet devam ediyorsa seksen küsur sene Cumhuriyet bu vilayete uğramamış demektir? O zaman kitabını imzalama işini Konya’da yapmamak istemekle sen Konyalıyı mı cezalandırıyorsun yetkilileri mi? Mevzu Konya ise beri bak Kırşehirli işe şuaradan başlayalım:
Senin iş tuttuğun pazarda bir Kırşehirli söylerim sana verdiği fetvalarla yıktığı yuva kalmadı Konya’da. Yaşadığı ilişkiler müslümanlaştırılmış aşk romanları ile izah edilemez. Sizin siyasalcı taraftandı. Ama öyle Kırşehirliler bilirim ki onlar için ayrı bir yazı gerekir. Bu yüzden Kırşehir’i de halkını da cezalandırmam. Anlaşılan işler iyi gitmemiş hasılat sıkıntılı. Askerde en büyük kazığı hemşerisinden hem de kendi ilçesinden birinden yiyen biri olarak belirteyim, şu sıralar ülke geneli böyle lakin Konya’nın samimi mütedeyyin havası yıllarca istismar edildi. Kırsal kökenli yahut sorgulamaktan uzak muhitler yıllarca özellikle sözüm ona tasavvuf ve tarikatlar tarafından istismar edildi. Bu kulaklar o muhitlerde “özürlü çocuk doğuran cehennemlik” diye fetva veren “hacı teyzelerin” fetvalarını duydu. Bazı bölgelerde cehalet öyle tavan yapmış ki asrın fitnesi FETÖ bile alt edemedi o güruhu. Güruh diyorum. Konyalı demiyorum. Zira ucuz cerbeze ve sümük çeken satırlar ve sadırlarla piyasaya hala hakim olduğunu düşündüğüm sizin pazardan arkadaşlar ve sömürülmeye dünden razı gabileri toplasak Konyalıların Konya’daki toplam nüfusunun onda biri değildir. Sesiniz çok çıkıyor sadece.
Zira ben de Konyalıyım. Çok şükür öğretmenlerim anam babam, eşimin anası babası aile büyüklerim dışında ne şeyh ne hoca ne dede eli öptüm. Ben böyle bir Konyalıyım. Allah’ını ve peygamberini sen ve senin gibilerden öğrenmemiş (Allah’ımız aynı Allah ise tabi..) kulluğunu kendi çapında yerine getirmeye çalışan, zayıfa ezilene dinine imanına bakmaksızın haksızlığa uğrayana üzülen, nazlı bayrağını gizliden ve özünden seven, güzellere bayılıp ölen ama bunu da tekellüflü laflarla tasavvufize ya da şeriatize eetmeyen, iyi bir oyun havasında kaşık alıp sağına soluna bakmadan meydana fırlayıp oynayan elinde kah bağlama kah kalem insanlardan bir insan, kusur aramayan vicdanı cenneti Allah namına kılık ve kıyafete göre parsellemeyen bir Konyalıyım. Yıllarca ekmeğini yediği Afyonda senin dediğin tipte ve çoğu da senin gibilerin hedef kitlesi olan, meşreplerden gelme FETÖ artığı; bir kısmı akademide bir kısmı da zaten afyonlu olmayan, şehir görmemiş yetkili ya da yetkisiz kişilerce son iki senedir elli bin türlü tan u teşniye maruz kaldığı halde Afyonluyu seven çok Afyonlunun da sevgisini hakkı olmadığı halde kazanan bir Konyalıyım. Senden sonra o kapıdan yol bulup “ÜSTÜ VAVLI, FİYATI YİVLİ” üfürükten kitaplarla milletin ruhunu deşmeyen, seccadenin nemine değil demine bakan bir Konyalıyım. Fatihi Kanuniden; Atatürk’ü Yavuz’dan; Pir Sultanı Mevlana’dan Yunustan ayırmayan bir Konyalıyım.
“Gücenme ey softa biz beli dedik
Oturup kalkmamız ikrara bağlı…”
Ya da yine rahmetli Mahzuni Şerif’in tabiriyle:
“Bildiğim mezatı hak diye satma
Hak aşikar fakat sana kayıptır molla”
Okurların hoca diyorlar neyin hocasısın bilmem ama azıcık Kur’anla alakan varsa:
إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧﴾
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.”
Tekkede mi tarikatta mı nerden geçer yolun bilmem ama varsa sen ve senin gibilerin şeyhlerine benden selam söyle. Yukarıdaki ayette sadece “vela teziru” kısmını bir ay zikretsinler de öyle gelsinler huzura…