ÖNE ÇIKAN HABERLER |
AÄŸustosun Kuru Çayırları, kitabı anlatan Jubie, üç kardeÅŸi, annesi ve ailenin zenci hizmetçisi Mary’nin, güneye doÄŸru yola çıktıkları 1954 yılının kavurucu bir yaz gününde baÅŸlıyor. Kitabın anlatıcısı Jubie, yolda geçerken gördüÄŸü tabelalarda yazanlara kadar her küçük ayrıntıyı aktaracak kadar müthiÅŸ bir hafızaya sahip. BaÅŸlarda sırf bu yüzden kitabı birkaç kere sonra okumak üzere – ki bu bir daha o kitabı elime almayacağım anlamına geliyor – bırakacak oldum. Jubie’nin kuzeninin, hizmetçiden kahve isteme ÅŸekli beni neden ilgilendirsin ki? Toccoa kasabasında insanların ön bahçesinde ne yazdığını hiç de merak etmiyorum. Jubie’nin babasının tramplen iÅŸiyle ilgili ayrıntıları da öyle. Bütün bu tasvirlerin sizi de sıkma ihtimaline karşı anlatıyorum bunları. EÄŸer benim gibi sabırsız biriyseniz, yazar zihninize bu önemsiz gibi görünen küçük noktaları oraya buraya serpiÅŸtirirken, “ne yapıyor bu kadın yahu” demeniz gayet mümkün görünüyor çünkü. Fakat biraz daha sabrederseniz, yazarın serpiÅŸtirdiÄŸi bu küçük noktaların giderek anlamlı bir ÅŸekil oluÅŸturduÄŸunu göreceksiniz. Tıpkı hayat gibi. YaÅŸarken hiç bir amaca hizmet etmeyen olaylara dönüp baktığınızda, onların bugününüzü ÅŸekillendirdiÄŸinin farkına vardığınız olmuÅŸtur belki. Ne diyordum? Yazarın küçük noktaları. En sonunda kafanızda oluÅŸturduÄŸu ÅŸekil, Jubie’nin kendi hayatıyla deÄŸil, aslında kitap boyunca hep en “önemsiz” olarak kenarda duran hizmetçi Mary ile ilgili. 50’li yılların Amerikasında siyahi olmanın kolay olmadığını tahmin ediyorsunuzdur. Siyahi birinin otel odasında kalmasından tutun da lunaparkta eÄŸlenmesine ya da denize girmesine kadar her özgürlüÄŸüne kısıtlama getirilen bir dünyadan söz ediyorum. Bir yığın önyargıyla karşılaÅŸacaksınız dolayısıyla kitap boyunca.
“Bir siyahın evinin içine mi girdin?” diye sordu annem.
“Evet. Mary’nin bir arkadaşı. Banyo kocamandı.”
“Temiz miydi?”
“Evet, anne ve güzeldi.”
“Hımm…” Annem, sanki aklı böyle bir ÅŸeyi almıyormuÅŸ gibi kafasını salladı.
“Onları kışkırttı mı? Onlara laf mı yetiÅŸtirdi?”
“Bunu yapmayacak kadar zekidir.” dedim.
“Zeki bir zenci mi?” Kısa olan homurdandı.
Bütün bunları “normal” olmaktan uzak gören ve ailesinin kusurları ve önyargılarıyla yüzleÅŸebilen tek çocuk Jubie. Muhtemelen dört çocuk içinden anlatıcı olarak Jubie’nin seçilmesinin sebebi de bu. DiÄŸer kardeÅŸlerine göre hep geri planda kalan ve diÄŸerleri kadar deÄŸer görmeyen Jubie, bir yandan “ÅŸimdi”yi bir yandan da tatil öncesindeki hayatlarından önemli olayları baÅŸarıyla aktarıyor. Bu süreç boyunca, bir yandan ırk ayrımcılığının boyutunun farkına varıyor diÄŸer yandan da bu genç kızın, ailesinin çoÄŸu yanlış tutumu yüzünden nasıl bir psikolojiye sürüklendiÄŸini izliyorsunuz.
Güzel baÅŸlayan bu yaz tatili en sonunda bütün aile için büyük bir trajediye dönüÅŸüyor. Bu trajedi, tüm aile üyeleri için bir dönüm noktası haline geliyor.
Hepsinden önemlisi, Anna Jean Mayhew, “insan”lığın renkle deÄŸil kalple mümkün olabildiÄŸini gösteriyor tüm dünyaya.
Angela Davis’in “keÅŸke bu kitabı ben yazsaydım!” dediÄŸi “AÄŸustosun Kuru Çayırları” bittiÄŸinde insanın aÄŸzında acı ama gerçek bir tat bırakıyor.